SÖZLÜ TARİH VE TÜRKİYE’DEKİ GELİŞİMİ*
Araş. Gör. Celal METİN**
Olaylar üzerine kurgulanan ve olayları olgularla destekleyerek yararlı bir anlatım biçimi sunan 19. yüzyılın modern tarih yazıcılığı, 20. yüzyılda sosyal bilimlerin verilerinden, yöntem ve yaklaşımlarından yararlanarak toplum yapılarının ve toplumun değişim süreçlerinin altını çizen yeni bir anlatım biçimine dönüşmüştür. Alanı ve hammaddesi genişleyen tarih yazıcılığı, olaylar ve büyük (karizmatik) adamların hayat hikayeleri üzerine kurgulanan bir önceki dönem tarih yazıcılığından farklı olarak, toplumun geniş kesimlerinin tarihin oluşumunda önemli bir fenomen olduğunun vurgulanması ve tarihi görüş açısının siyasi ve askeri olaylardan toplumsal olana doğru genişlemesine yol açmıştır. Tarihin aktörleri değişmiştir; daha az özgün olan insanlar tarihin öznesi olarak tarihi görünürlük kazanmışlardır. Sosyal bilimlerdeki araştırma yöntemlerinin hızlı gelişimi ve bu yöntemlerin önemli bir kısmının tarih araştırmalarında da çok faydalı katkılar sağlaması günümüz tarih araştırmalarının ve yazıcılığının yönünü, hızını ve kalıplarını değiştirmiştir.
Günümüz tarih yazıcılığı, tarihin daha iyi anlaşılması için, genel yerine veya genelin içinde yerelin ön plana çıkarılması, şimdiden başlayan geçmişin tarih olarak görülmesi ve sıradan insan davranışının önemsenmesi gibi eğilimlere bağlı olarak hem alan ve hem de süreç olarak genişlemiştir. Zihniyet tahlilleri, radikalleşen unsurların eğilimleri, tarihe tanıklık eden veya bizzat o tarihin oluşumunda rol alan daha sıradan insanların deneyimleri gibi farklılıklar tarihin daha insani bir görünüm almasına yol açmıştır. Yalnızca belgelerin ne söylüyorsa o olduğu ve bu belgeleri daha geniş veya çok yönlü biçimde tekrar düzenleyip kullanma şansımızın olmadığı belgeler üzerine kurgulanan tekdüze bir tarih yazıcılığının yerine sıradan olan insanları, tutku ve zaafları ile birlikte, tarihin içine sokan bu yeni tarih, disiplinler arası işbirliğinin ürettiği yeni bilgilerle birlikte çok yönlü biçimde tarihi zenginleştirmiştir.
Varolan tarih anlayışlarına alternatif olmaktan çok tarihin daha iyi anlaşılması için yeni imkanlar sunan sözlü tarih bu yeni eğilimlerin önde gelenlerindendir. Her insanın hayat hikayesinin tarihin bir parçası olduğu önermesinden hareket eden sözlü tarih disiplinler arası işbirliğini daha da artıran yönü ile sosyoloji, antropoloji, etnoloji, folklor, psikoloji, sosyal psikoloji, coğrafya gibi beşeri bilimlerin tüm imkanlarından yararlanmaktadır. Çalışmamız sözlü tarihin ne olduğu, ülkemizde sözlü tarih çalışmalarının ne durumda olduğu ve bir sözlü tarih çalışmasının nasıl yapılması gerektiği üzerine düşüncelere dayanmaktadır. Kendi tecrübelerimizden ve bu konuda yazılmış yöntem içerikli çalışmalardan yararlanılarak kaleme alınan bu çalışma, bu konuda yapılmış bir-iki çalışmaya katkı sağlama amacını taşımaktadır.
Genel Tarihten “Yanı Başımızdaki” Yerel Tarihe:
“Tarihi yaşanan gerçeklik olarak anladığımız zaman”(Halkin 1989: IX) bu gerçekliğin kavranılmasında geçmişin yeniden kurgulanması önemli yer tutar. Geçmişin her yönüyle anlaşılması için şimdiye ulaşmış belgelerin etkin kullanılmasının yanında bu belgelerin oluşumunda dolaylı veya doğrudan rol alanların hiç ihmal edilmeden tarihi malzemeye dönüştürülmesi gerekir. XX. Yüzyılda tarih yazıcılığındaki en önemli gelişme diplomatik, siyasi, askeri alanlardan daha geniş bakış açılarını içeren toplum, kültür, ekonomi gibi çok yönlü etkileşimlere açık olan alanlara yönelmek olmuştur. Bu yönelişte geçmişi bugün ve gelecek için anlamak ve tarihi elit kesimlerin egemenliğinden kurtarmak isteyen “yeni sosyal tarihçiler”in rolü büyüktür (Iggers 2000:4-7; Evans 1999 : 171- 186).
XIX. Yüzyılın belgeye dayalı tarihçiliğinin daha ileriye götürülmesine ve yönünün değiştirilmesine yol açan sosyal tarih çalışmaları, bir önceki dönemin devletlere, ordulara, doğal olaylara (afetlere, kıtlıklara, salgınlara, vb...), liderlere dayanan tarihi kurgusunun yerini toplumun ihmal edilmiş ( kadınlar, köylüler, etnik gruplar, dini cemaatler, vb...) veya yaşanan modern değişim ile birlikte ortaya çıkan yeni grupları (entelektüeller, işçiler, yeni siyasi ve anarşist gruplar, feministler, vb...) ön plana çıkaran bir anlayışa dönüşmüştür. Daha önceki dönemlerde tarihin nesnesi olan geniş toplum kitleleri yavaş yavaş tarihin merkezinde yer almaya başlamışlarıdır. Ancak yoğun emek-bilgi gerektiren sosyal tarihin sonsuz toplum olay ve bilgilerini içermesi, kavranılmasını güçleştirmiştir (Danacıoğlu 2001: 7-8; İggers: 105). Makro düzeyde bir sosyal tarih yazmanın göründüğünden fazla tarihsel olay ve olguyu tarih dışı bırakması, dolaylı da olsa, siyasi tarihin ihmal ettiği sessiz kitlelerin bir kısmının tekrar ihmaline neden olmuştur. Üreten veya tarihi bir duruş alan insanların tarihin öznesi olmayı hak etmesi, siyasi tarihin eleştirilen yönlerinin farklı biçimde sosyal tarihin kendisinde de nüksetmiştir. Her şeyin yazılamayacağı veya her şeyin yazılan tarihin içinde yer alamayacağı sınırlandırması, sosyal tarihin çıkış gerekçesi olan “ihmal edilmiş kesimlerin tarih alanında görünürlük kazanması”nı sağlama hedefi tam olarak gerçekleşmemiştir ( Aslan 2000 : 201). Ancak varlığını sürdürmeye devam eden siyasi tarih ile ayrıntılı alanı içinde toplum tarihinin genel konularının kendilerine yabancılaştığını hisseden birçok tarihe meraklı insan kendilerine yakın duran yerel alanlara amatör bir ruhla yaklaşmışlardır. Buna bağlı olarak da genel tarih tezlerine meydan okuyan mütevazı yerel tarihler, çoğunluğu meslekten tarihçi olmayanlarca kaleme alınmıştır( Danacıoğlu 2001: 5). Genel tarihlerin hükmedici, soğuk ve mesafeli tutumuna karşı yerel tarihler daha insani, sıcak , bizden olan/yakın duran ve mütevazı görünümleri ile insanları kendilerine cezbetmişlerdir. Genel tarihler kendilerini yenilerken ve genişletirken yerel tarihler de hızla çoğalmıştır. Buna bağlı olarak tarih eğitimi almış birçok araştırmacı son zamanlarda yerel alanlara yönelmişlerdir. Kolay okunan ve okuyucuyu bildiği, tanıdığı yüzlerle buluşturan yerel tarih çalışmaları sınırlı kaynaklarını genişletme yoluna gitmiş ve sözlü geleneğin imkanlarından yararlanmıştır.
Toplumun nicelikçe geniş ancak hakkında bilgimizin oldukça kıt olduğu bu kesimlerin tarihin öznesi haline gelebilmesi için daha çok bilginin üretilmesi gerekmiştir. Bunun için de tarihin diğer disiplinlerin (sosyoloji, antropoloji, etnoloji, folklor, demografi ..vb.) ürettiği bilgilere başvurması kaçınılmaz olmuştur. Belgenin yanında bu disiplinlerin verili çalışmaları toplum tarihi çalışmalarını genişletmiş ve yerel alanların genel tarihin tanımlanmış sınırlarının dışında daha renkli görünümler almasını sağlamıştır. Gelişen iletişim ve refahın sağladığı imkanlara paralel olarak insanların kendi çevrelerine merakını artırmıştır. Yaşanan hızlı değişimin yaşadıkları ortamı hızla aşındırması insanların içgüdülerinin dürtüsüyle, geçmişlerinden derin izler taşıyan bu çevrenin korunması veya korunamıyorsa tarihinin yazılması gündeme gelmiştir (Kyvig-Marty 2000: 110-111). Bu durum ilgili-ilgisiz birçok araştırmacının tarih çalışmalarına yönelmesine de yol açmıştır. Tarih alanında kalem oynatan bir çok amatör tarihçinin ilgilerine paralel olarak “yanı başımızdaki tarih”in ne olduğu ve bunun tarih olup olmadığı tartışması başlamıştır(Tosh 1997: 197-201). Tarihin popülerleşmesine imkan sağlayan bu tür gelişmeler yerel tarihin yazanla ve okuyanla kurduğu kolay ilişki yerelin tanımını, sınırlarını ve ona bakış açısını değiştirmiştir. Aile tarihlerinden kurum tarihlerine kadar yaşanan her şeyin bir tarihi olduğunun ve bunun yazılmaya değer bulunduğunun altının çizilmesi; bu sayede genel tarihin de daha iyi açıklanmasının ve anlaşılmasının mümkün olacağı düşüncesi; her şeyin bir hikayesinin anlatılmaya değer olduğuna inanılması ve hikaye anlatımının edebi bir türden tarihe bilgi aktarmanın bir yolu olduğunun kabul edilmesi gibi eğilimler ortaya çıkmıştır.
Yerel tarih çalışmalarına ilgi gösteren meslekten olmayanlar çoğunlukla kendi yanı başlarındaki aile, bina, mahalle, işyeri, topluluk gibi alanlara yönelmişlerdir. Hızla yaşanan tarihin içinde durmadan değişen ve yok olan değerlerin, anıların ve diğer maddi kültür unsurların karşısında elini çabuk tutmak ve bu yaşanmış geçmişin tarihini kaydetmek isteyen ilgili meraklıların çabaları hızla değişen yaşam koşulları ve teknolojik gelişmelerin yarattığı sorunlara yenik düşmektedir. Özellikle yakın geçmişte sindirilmeden yaşanan tarihin birçok kaynağının ya hiç varolmadan veya kısa zamanda yok olmasının getirdiği belge eksikliği yakın geçmişin tarihini yazmak isteyenlerin karşısında en önemli engeli oluşturmaktadır. Bu, hem yakın ve hem de yerel tarihi çalışmanın sadece kaynak sorunudur. Bunun yanında yerel tarihte neyin önemli ve yerel olduğunun belirlenmesi; özgün veya gerçeği yansıtıp yansıtmadıkları gibi sayısız problem vardır ve bunların birçoğu daha tartışılmamıştır bile.
Sözlü Tarihin Tarihine Genel Bir Bakış:
Günümüzde yakın tarihle ilgili birçok tarih bilgisi gelişim ve değişimin hızına bağlı olarak ya çabucak uçup gitmekte veya hiç varolmamış gibi hiçbir iz bırakmadan yok olmaktadır. Buna çoğunlukla teknolojik gelişmeler sebep olmaktadır. İletişim teknolojisindeki hızlı değişimin yol açtığı azalan belge sorunu artarak devam etmektedir. Bilgi ve fikirlerin uçucu olduğu; mektubun, pusulanın, telgrafın yerini telefonun; kitap ve gazete gibi yazılı metinlerin yerini tv, sinema, multivizyon, kaset-çalar gibi görmeye ve işitmeye dayalı cihazların; klasör ve dosyaların yerini internet sayfalarının aldığı günümüzde yerel veya genel tarihin azalan kaynaklarını yeni bilgi toplama yolları geliştirerek aşması gerekmektedir. Ancak aynı teknolojik gelişmeler, uzak ve yakın geçmişe ait birçok tarih malzemesini yaşatabilmemize ve koruyabilmemize imkanlar sağlamaktadır (Thompson 1999 : 97).
Yakın dönem sosyal ve siyasi tarih araştırmalarında bir çok sosyal disiplinin ürettiği bilgilerden yararlanmanın yanı sıra yaşayan tanıkların tanıklığına başvurma da önemli bir bilgilenme yöntemi olarak ortaya çıkmaktadır. Daha eski dönemler üzerine çalışan ve arşiv belgelerine öncelik veren birçok tarihçi bu yakın dönem tarih çalışmalarında kullanılan yaşayan tanıklık yöntemini, haklı kaynak eleştirilerine bağlı olarak, küçümsemektedirler (Tosh1997:197-201). Ancak sözlü kaynaklar için yapılan eleştirilerin bir çoğu yazılı kaynaklar için geçerlidir. Özellikle gelişmiş ülkelerde teknolojik imkanlardan da yararlanan bir sözlü tarih geleneği oluşmuştur bile (Tuncay 1993 : 12).
Okuryazarlık öncesi toplumların kolektif hafızası olan sözlü geleneğe bağlı sözlü tanıklık, 18. yüzyıla kadar bizde ve Batıda tarih çalışmalarında zaman zaman kullanılmıştır. Bugün ise sözlü anlatım geleneğinden faydalanılarak tarih yazma, Afrika tarih yazımının önemli yöntemlerinden biridir (Prins1993:114-5;Tosh1997:5). Aydınlanma çağı ile birlikte Batıda (özellikle İngiltere’de) yaşadıkları coğrafyayı tanımak isteyen seyyahların hatıralarında duyduklarını bol bol kaydetmeleri, 19.yüzyılın ortalarında şekillenen nesnelliği ön plana çıkaran ve “yazılı belge yoksa tarih de yok” anlayışındaki modern tarih yazıcılığına kadar varlığını sürdürmüştür (Langlois-Seignobos’dan aktaran Thompson 1999: 44). Batı tarih yazıcılığında XX. yüzyılın ortalarına kadar , sözlü kaynaklara dayalı en önemli çalışmayı ünlü Fransız Tarihçi Michelet, Fransa’da meydana gelen bir dizi toplumsal devrime tanık olmuş kişilerle konuşarak gerçekleştirmiştir (Thompson 1999: 19, 39-41).
Batı ülkelerinde siyasi yapılardaki değişme ve ekonomik alandaki hızlı gelişme ile birlikte ortaya çıkan yeni toplum grupları ve yeni yaşam biçimleri, toplum davranışlarını, aileyi, kamu alanlarını ve kişilerin ilgi alanlarını hızla değiştirmesine paralel olarak geleneği aşındırmıştır. Ancak bu dönemde hızla gelişen milliyetçi, halkçı ve laik düşüncenin etkisi altındaki aydınların halka ait olan her şeye derin ilgileri sonucu kültür zenginliklerinin ortaya çıkarılması için yapılan derleme, koruma altına alma ve yeniden yaşatma çabaları, tarihe, folklora, antropolojiye, sosyolojiye önemli katkılar sağlamıştır. Ancak burada halk olarak geniş kitlelerin ürettiği kültür unsurlarının önemli olması, görüşme yoluyla ve insanların hafızalarına başvurarak derlenip kayıt altına alınması sözlü bilgilerin kayıtlı kaynaklara dönüşmesini sağlamıştır.
XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde şekillenen Annales ekolü yerel alanları önemsemesinin yanında ilke olarak hayat hikayelerinin göz ardı edilmemesi gerektiğine dikkat çekmiştir. 1930’larda Dünya ekonomik krizinin aşılması için ABD’de başlatılan işsiz Amerikan sosyal araştırmacıları kullanılarak Amerika’nın ihmal edilmiş kesimlerinin (Zencilerin, Kızılderililerin, kadınların, farklı dini grupların , işçilerin) tarihi hafızalarını derleme çalışmaları Amerikan sosyal antropoloji, etnoloji ve folklor araştırmalarına hatırı sayılır bir ivme kazandırmanın yanında ilk sözlü tarih çalışmaları için önemli bir tecrübe olmuştur( Starr 1996: 43).
Batıda sözlü tarih çalışmalarına yönelik, modern teknolojiler de kullanılarak, ilk girişimler, II. Dünya Savaşı’nın yol açtığı maddi ve insani yıkımların boyutunu ölçmek ve anlamak için gerçekleştirilmiştir. Siyasi amaçlı bu girişimlerin ardından kendi metod ve araçlarını tanımlama uğraşı veren sözlü tarih, tarih dışındaki (sosyoloji, sosyal psikoloji, sosyal antropoloji, folklor gibi) sosyal bilimlerin kişilerle görüşme ve toplulukları gözlemleme yöntemleri arasında varolma uğraşı vermiştir. Özellikle 1960’lı yılların ortalarından itibaren sosyal ve yerel tarihçilerde yakın dönem toplum hafızasının kişilerle görüşmeler yoluyla kaydedilip tarihsel malzemeye dönüştürülmesinin önemli avantajları olduğu inancı artarak güçlenmiştir. ABD ve İngiltere’de rağbet bulan sözlü tarih çalışmaları, yine bu ülkelerin tarih araştırmacılarınca akademik bir disipline sokulmuştur. İlk yöntem kılavuz kitapları ABD’de 1960’larda yayınlanmıştır (Starr 1996: 45-9). Sosyal bilimlerin hemen hemen tüm disiplinlerinden yararlanan sözlü tarih çalışmaları gelişmiş ülkelerde ( teknolojinin ucuz ve kolay kullanımı, sahada çalışmanın verdiği haz ve sağladığı yeni imkanlar, biraz ilgi ve yeteneğin olmasının araştırma yapmaya yetmesi, yanı başınızda olanların sizin için önemli olması gibi nedenlere bağlı olarak) kısa sürede çok büyük aşamalar kaydetmiştir. Yayınlanan sözlü tarih çalışmalarının kendine yakın duran tarihi olay ve mekanları ön plana çıkarmasından dolayı meraklı okuyucularca ilgi görmüştür. Amatör katılımların hızlı artışı birçok gelişmiş ülkede kısa zamanda sözlü tarih toplulukları oluşmasına yol açmıştır. Gönüllülük esasına dayalı bu toplulukların ortaya koyduğu çalışmalar tarihe popüler ilgiyi daha da artırmış, insanların yanı başlarında olup bitenlere ilgisini ve dikkatini yöneltmiştir. Batılı ülkelerde 1970 ve 1980’lerdeki ulusal meslek ve eğitim programlarının kültürel mirası belirleme ve koruma çalışmaları sözlü tarih çalışmalarını yaygınlaştırmıştır ( Caunce 2001: 225).
Batılı ülkelerde bu dönemde birçok sözlü tarih el kitabı yayınlanmıştır. Willa K. Baum’un Oral History(1969)’ sinden Stephen Caunce’ın Oral History and Local History(1996)’ sine kadar sayısız başvuru kitabının yanında American Oral History Association gibi birçok sözlü tarih topluluğu da çalışma yapacaklara yardımcı olmayı sürdürmektedir. Sosyal ve yerel tarihin bir parçası olarak çok yaygın sözlü tarih örnekleri bu tür toplulukların çıkardığı periyodik yayınlarda görülmektedir.
Türkiye’de Sözlü Tarih Çalışmalarının Gelişimi:
Yazılı kaynakların yetersiz veya taraflı olduğu durumlarda kişilerin tanıklıklarına başvurarak olay ve olguların daha iyi anlaşılmasını sağlayan (Tuncay 1993: 2) ve “sosyal tarihe bir insan çehresi kazandıran” (Tosh1997: 193-4) Sözlü Tarih adı modern dönemin ürünüdür; ancak sözlü anlatım geleneği insanlık tarihi kadar eskidir. Hafızaya dayalı ve içselleştirilmiş bilgilerin ne kadar objektif olduğu hep tartışılmışsa da hikaye anlatma geleneği Türk kültürünün önemli özelliklerindendir. Destanların ve menkıbelerin Türk Tarih yazıcılığında geniş kullanımının yanında, toplum hafızamızda da fıkra, hikaye, destan, masal, cönk, kıssa geleneğinin güçlü olması sözlü anlatımı bir kültürel geleneğe dönüştürmüştür. Osmanlı tarihlerini yazanlar veya vakanüvislerin yazdıkları tarihlerin bir kısmı kendi tanıklıklarına dayanmaktadır. Örneğin Aşık Paşa, yazdığı tarihin bir kısmını başkalarının yazdıklarına dayandırmış; bazı olayları başkalarından dinlemiş ve diğer kısmını da kendi şahitliğine dayandırmıştır (Atsız 1985: 5,6). Cevdet Paşa bile yazdığı tarihte geniş bir kaynak taramasının yanında yazdığı tarihi dönemin( 1774-1826) olayları içinde bulunmuş veya tanık olmuş kişilerden de bizzat bilgi almıştır (Yınanç 1999:576). Diğer Osmanlı tarihlerinde de bu çeşitliği görmek mümkündür.
Allan Nevis’in 1948’de ilk kurumsal ve akademik temelini attığı (Starr 1996: 43) sözlü tarih çalışmalarının bizdeki kökleri Cumhuriyet döneminin ilk ve önemli kültür kurumlarından olan Halkevleri bünyesindeki folklor ürünlerinin derlenmesi çalışmalarına dayanır. Yine de sözlü tarihe ait kaynak olabilecek asıl bilgiler Osmanlı göçmen bürolarının ve uluslar arası araştırma komisyonlarının yaptıkları mağdur insanlarla bire bir görüşme raporlarına dayandırmak daha doğrudur. Özellikle Osmanlı göçmen bürolarında yapılan görüşme raporlarının son dönem Osmanlı tarihinin aydınlatılmasında ve açıklanmasında büyük katkılar sağlayacağı açıktır. Osmanlı Devletinin dağılmasını bizzat yaşayan son dönem tarihçiler yazdıkları eserlerde ne yazık ki yaşayan tanıklara başvurma gereğini duymamışlardır; ancak kendi tanıklıklarını zaman zaman çalışmalarına yansıtmışlardır. Benzer biçimde Halkevlerinin derleme çalışmaları daha sonraki dönemlerde sürdürülememiş (Danacıoğlu 2001 :13) ve tarihçilerin ilgileri daha çok eski ve yeni çağlarla sınırlı kalmıştır.
Bundan başka 1940’larda Behice Boran’ın Manisa’nın ova ve dağ köylerindeki karşılıklı toplum değişmelerini gözlemlediği Sosyoloji Araştırmaları(1942)ndan başlayarak günümüze kadar, ülkemizde sosyolojik ve antropolojik saha araştırmalarında sözlü kaynak kullanımı bir çok çalışmada yer almıştır. Ancak sözlü kaynakların tarih içinde kullanımı için gösterebileceğimiz örnek çalışmalar yok gibidir. Sözlü tarih formatına uymasa da bazı yakın döneme odaklanmış ve yazanların bizzat olayların içinde olduğu tarih çalışmalarını vermek mümkündür. Örneğin, XX. yüzyılın ilk yarısında yazılmış ve yazıldığı dönem itibari ile XIX. yüzyılın son çeyreği ile II. Meşrutiyete kadar olan dönemi içine alan Ziyyad Ebuziya’nın Yeni Osmanlılar Tarihi yazarın tanıklığına ve yazarın yakın arkadaşlarından edindiği bilgilerle kaleme alınmıştır. Aynı şekilde Ahmed B. Kuran’ın İnkılap Tarihimiz ve Jöntürkler adlı eseri ağırlıklı olarak kendi tanıklıklarına dayanır. Ancak Kuran, genel tarihi bilgiyi, tanıklığının yanı sıra, birçok yazılı kaynağı kullanarak zenginleştirmiştir. 1980 öncesi için bir örnek vermek gerekirse Yusuf Hikmet Bayur’un bir Atatürk biyografisi denemesi olan Atatürk Hayatı ve Eseri adlı çalışmasını gösterebiliriz. Tarihi bir şahsiyet olan Atatürk’ün yakınında bulunmuş ve yakınında bulunanların bir çoğu ile kişisel dostluklar kurmuş olan Bayur yazılı belgelerin yanı sıra kendi şahit olduklarını ve başkalarından dinlediklerini/ duyduklarını da çalışmasında kullanmıştır (Bayur1990:Önsöz V). Dipnotlarına düştüğü, “filancadan duyulmuştur”, “bizzat söylemiştir”, “filancadan dinlenmiştir”, “Atatürk’ün ağzından dinlemiştik”, “falanca bize anlatmıştır”, “filancadan öğrenilmiştir” gibi bilgiler sözlü kaynak kullanımının aslında bilindiği ancak fazla rağbet edilmediğini düşündürmektedir.
1970’li ve 1980’li yıllarda yaşanan Ermeni terörü ve süregelen Ermeni iddialarına karşı Ermeni katliamlarını bizzat yaşamış veya tanık olmuş kişilerden elde edilen sözlü bilgilere dayalı bazı çalışmaların olduğunu görmekteyiz. Bu tür sözlü tarih denemelerinden olan Gürsoy Solmaz’ın Tanıkların Diliyle Ermeni Vahşeti çalışması, 1983-1984 yıllarında Doğu bölgelerimizde Ermeni katliamlarını yaşamış ve hayatta olan 125 kişinin verdiği sözlü bilgilere dayanmaktadır (Solmaz 2001: 23). Önce yerel gazetelerde tefrika edilen ve sonra kitap halinde basılan bu çalışma için yazarı bir sözlü tarih denemesi diyorsa da sözlü tarih metodu açısından zayıf bir çalışmadır. Yaşayan şahitlerin anlatımının tarihçi tarafından hiç kritik edilmeden veya kronolojiye uygunluğu sorgulanmadan alt alta sıralanmıştır.
1990’ların başına gelindiğinde hayat hikayelerine dayalı geçmişe nostaljik bakışlar içeren çalışmalar gazete ve dergi sayfalarında çoğalmaya başlamıştı. Önce Gazete Pazar, Albüm ve İstanbul dergilerinde tefrika edilen çalışmalarını İstanbul’da Hatırlamak ve Unutmak adlı sözlü tarih çalışmasında kitap haline getiren Leyla Neyzi sözlü tarihi, ”unutulmuş veya bastırılmış olay ve kimlikleri değerlendirmek ve resmi tarihle gündelik yaşam arasındaki ilişkiyi irdelemek için kullandı(ğını)” belirtmektedir (Neyzi 1999:7). Yazar, sözlü tarihi yazılı belgeye dayalı tarihe karşı alternatif bir alan olarak görme eğilimindedir. Bunun yanı sıra sözlü tarihi farklı bir muhabbet olarak gören Neyzi’nin çalışması hayat hikayelerinin çok renkliliği üzerine edebi bir anlatıma dönüşerek sözlü tarihin “geçmişi bellek yoluyla ve bugünün gözüyle yeniden okumak” (Neyzi 1999:3) olan hedefinden uzaklaştırmaktadır. Yaptığı sözlü tarih çalışmasını farklı hayat hikayelerinin anlatıldığı bir tür antolojiye dönüştürmüştür. Ayrıca Neyzi çalışmasını kimlik ve aidiyet problemi üzerine inşa ederek hem sınırlamış ve hem de yönlendirmiştir.
Behaeddin Yediyıldız, yakın zamanlarda yayınlanan Ordu Tarihinden İzler (2000) adlı çalışmasında halk rivayetlerinden yola çıkarak bölgedeki bazı tarihi olay ve şahsiyetlerin gerçekten var olup olmadığını, yazılı tarihi belgelerlerinde ne söylediğini göz önünde bulundurarak, tartışmaya çalışmıştır. Yediyıldız’ın çalışmasında kullandığı metod , sözlü verilerle yazılı kayıtların birbirlerini doğruladığı veya yanlışladığı noktada sözlü ve yazılı kaynakların tenkit edilerek bir sonuca varılmasına dayanır. Yediyıldız, yerel tarih çalışmalarında bu sözlü ve yazılı iki kaynak türünün mutlaka birlikte ve tenkidi bir yaklaşımla kullanılması gerektiğinin vurgulamakta ve bunu uygulayarak ilgi çekici sonuçlara ulaşmaktadır.( Yediyıldız 2000: 5,93-103, 143-194).
Yakın zamanlarda yayınlanan çalışmalara bir başka örnek de Necdet Sakaoğlu’nun Köse Paşa Hanedanı (1998) adlı çalışmasında iki yüzün üzerinde sözlü bilgi kullandığını bir söyleşide kendisi belirtmektedir (Lök 1998:36). Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür; ancak bizde tarih yazıcılığındaki gelişmelere baktığımızda yakın tarih çalışmalarında bir yöntem olarak sözlü kaynak kullanımının nasıl olması gerektiği üzerine bilimsel metod için herhangi bir atıf bulmak, 1996’lara kadar, mümkün değildir.
XXI. Yüzyıla girene kadar sözlü tarih bilgilerinin toplanıp arşivlenmesi bile düşünülmemiştir. Gazete ve dergi köşelerindeki röportaj ve mülakatları saymazsak en önemli sözlü tarih arşivi TRT bünyesinde yapılmış toplum ve siyaset ile ilgili konulardaki belgesellerdir. Önemli tarih bilgisi içeren bu belgesellerin ham malzemeleri ne yazık ki belgesele son şekli verildikten sonra yok edildiğinden bir daha kullanmak mümkün olmamaktadır ( Tuncay 1993: 38). Kültür Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı gibi devlet kurumlarının ellerinde birçok görmeye ve işitmeye dayalı malzeme olmakla birlikte bunların arşiv durumları ve yakın dönem tarih çalışmalarında kullanılırlığı konusunda herhangi bir bilgimiz bulunmamaktadır. Ülkemizdeki gazete ve özel TV. kuruluşlarının da ellerinde yakın dönem tarihine ışık tutacak birçok sözlü-görüntülü arşiv malzemesinin mevcut olduğu düşünülmektedir. Türkiye’deki tarih çalışmalarının gelişme ve yönlendirilmesinde önemli rolü olan Türk Tarih Kurumunda başlı başına bir sözlü kaynak arşivi bulunmamakla birlikte son dönemlerde kurumun yaptığı veya desteklediği proje çalışmaları bünyesinde sözlü malzemelerin derlenmesi ve elektronik ortama aktarılması çalışmaları devam etmektedir. Özellikle Türk Tarih Kurumunda yürütülen Türkiye’nin Sosyal ve Kültürel Tarihi( TÜSOKTAR) Projesi çerçevesinde, Kültür Varlıkları Envanteri Ekipleri, kültür varlıkları ile ilgili sözlü verileri topladığı gibi, “sondaj Metodu” ile çalışan Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihini Araştırma Grubu da incelediği bölgelerdeki sözlü verileri derlemekte ve elektronik ortama aktararak arşivleşmektedir. Ancak Atatürk Araştırma Merkezi ve Cumhuriyet Arşivi’nin bu tür bir sözlü kaynak toplama çalışması henüz bulunmamaktadır.
Türkiye’de tarih çalışmalarında sözlü kaynak kullanımı 1980 sonrası yıllarda yakın tarihe olan artan ilgi ile bağlantılıdır. Özellikle çok partili siyasal hayat ve 1950’lerden sonra hızla değişen sosyal tarihin çeşitli yönleriyle ele alınıp yazılan tarihlerinde kişisel tanıklıklara başvurulmuştur. Bazı kurum, işyeri, göç, şehir ve bölge tarihi araştırmalarında da sözlü kaynak kullanımını görmek mümkündür. Özellikle 1980 sonrası popüler yakın dönem siyasal ve toplumsal olayları ve önemli kişilerin otobiyografilerinde bu tür kaynaklar mevcuttur. Benzer şekilde ülkemizde hep tartışılan Köy Enstitüleri deneyimi, 1960 Askeri Darbesi, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve 1980 öncesi anarşik olaylarla ilgili olarak yapılan belgesel ağırlıklı çalışmalarda kişilerin (tek yanlı da olsa) tanıklıklarına başvurulmuştur. Ancak bu tür çalışmaları yapanların büyük çoğunluğu tarihçi formasyonuna sahip olmadıkları gibi yazdıkları da tarih çalışması sayılamaz. Ancak sözlü anlatım ve tanıklıkları geniş biçimde kullanmışlardır.
Son dönemlerde üniversitelerimizde ise sözlü tarih çalışmalarında gözle görülür bir canlanmadan söz etmek mümkündür. Yerel tarih çalışmalarına yönelik tezlere paralel olarak çeşitli gönüllü grupların sözlü kaynak derlemeleri vardır. Ege Üniversitesi ve Dokuz Eylül Üniversitelerinde tez çalışmalarının mikro alanlara yönlendirilmesi ile çok sayıda sözlü çalışmaya girişilmiş ve bazıları da yayınlanmıştır. Özellikle Ege bölgesinde Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrası ile toplumsal hafızadaki izlerin derlenmesi için yapılan pilot çalışmalar 1990’ların ortalarından itibaren sözlü tarih olarak birçok çalışmanın ortaya çıkmasını sağlamıştır( Öztürkmen 2002:118). Ayrıca Boğaziçi Üniversitesinde sözlü tarih ders olarak okutulmaktadır (Öztürkmen1996:29). Sabancı Üniversitesinin bünyesinde bir Sözlü Tarih Topluluğu vardır ve internet sitesinde faaliyetlerini yayınlamaktadırlar (sabanciuniv.edu.tr/sozlutarih). H.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsünde, özellikle Cumhuriyetin inkılaplar dönemi ve çok partili dönemle ilgili sözlü malzemelerden yararlanan tez çalışmaları halen devam etmektedir.
Bilindiği kadarıyla Kadın Eserleri Kütüphanesinde toplumsal alanda kadınları temsil eden veya kadın hakları konusunda mücadele etmiş bazı kadınlarla yapılan görüşmelere dayalı Sözlü Tarih Koleksiyonu dışında ülkemizde sözlü tarih çalışmalarında önemli bir yere sahip kuruluş da Tarih Vakfıdır ( Danacıoğlu 2001: 142). Bünyesinde oluşturmaya çalıştığı sözlü tarih arşivinin yanı sıra birçok kurum tarihi yazımı projelerinde sözlü malzemeden yararlanmışlardır. Çok sayıda projeye imza atan bu kuruluş Tariş(1992), İş Bankası(2001) , SEKA(1996), Egebank, gibi kurumların tarihlerini yazmışlarıdır. Bu çalışmalarda sözlü tarih görüşmeleri de kullanılmıştır. Vakfın özellikle “Cumhuriyetin 75.Yılı” ve Kültür Bakanlığı destekli “Yaşam Öyküsü Sözlü Tarih Projesi” çalışmaları devam etmektedir. Vakıf yayınlarında kısmen kullanılan bu kaynakların izlerini yayınlanan eserlerde görmek mümkündür. Vakıf, 2002 yılı içerisinde,Türkiye’nin tarih ve kültür mirasının bugüne kadar aydınlanmamış veya eksik aktarılmış konularına ışık tutmak ve ülke tarih ve kültürünün zenginleşmesine katkıda bulunmak amacıyla, “Tarihe 1000 Canlı Tanık” adlı bir sözlü tarih projesi başlatmayı planlamaktadır (7Nisan2002 Radikal).
Tarih Vakfının asıl önemli başarısı ve sözlü tarih çalışmalarına asıl katkısı sözlü tarih ile ilgili telif–tercüme yayınlarıdır. Başta Paul Thompson’un, dünyaca ünlü sözlü tarih çalışmaları için başvuru kitabı olan Geçmişin Sesi( 1999) ile son olarak Esra Danacıoğlu’nun Geçmişin İzleri(2001) arasında sözlü tarih ile ilgili dilimizdeki az sayıda yayın bu vakfın yayınları arasından çıkmıştır. Bir kez de sözlü tarih atölye çalışması düzenlemiş olan vakıf, çeşitli sözlü tarih çalışmalarını projelendirmekte ve yürütmeye devam etmektedir (Danacıoğlu 2001: 143-144). Vakıf, Boğaziçi Üniversitesi ve Uluslar arası Sözlü Tarih Birliği ile ortaklaşa Haziran 2000’de 11. Uluslar arası Sözlü Tarih Konferansını düzenlemiştir. Konferansa kırka yakın farklı disiplinlerden yerli araştırmacı katılmış; konferansta sunulan ve tartışılan konular Boğaziçi Üniversitesi tarafından aynı yıl içinde üç cilt olarak yayınlanmıştır( Öztürkmen 2002: 120).
Bilimsel ya da akademik düzeyde sözlü tarih çalışmalarının ilk örneklerini 1990’lı yılların ortalarından itibaren popüler tarih dergilerinde görmekteyiz. Örneğin Tarih Vakfının çıkardığı New Perspectives of Turkey İstanbul ve Toplumsal Tarih dergilerinde çok sayıda sözlü tarih çalışması yayınlanmıştır.1980 sonrası dönemin uzun soluklu tarih dergilerinden olan Tarih ve Toplum dergisinin birçok sayısında da sözlü tarih ile ilgili çalışma mevcuttur. 1998’de çıkmaya başlayan Yerel Tarih Dergisi de sayfalarında sözlü tarih çalışmalarına yer vermiştir. Çeşitli sosyoloji dergilerinde sözlü tarih sayılabilecek çalışmalar yayınlanmıştır. Ayrıca tarafımızdan hazırlanıp Kök Araştırmalar Dergisi(2001)’de çıkan “Çok Partili Siyasal Hayata Geçiş Döneminde Demirci’de Siyasal Değişim ve Katılım” adlı sözlü tarih çalışması da bu çalışmalara eklenebilir.
Bir sözlü tarih çalışmasının nasıl yapılması üzerine düşüncelere geçmeden önce dilimizde yazılmış veya çevrilmiş sözlü tarih ile ilgili bilgilendirici yayınların bir değerlendirmesini yaptığımızda çevirilerin önemli yer tuttuğunu görmekteyiz. Özellikle Paul Thompson’un Geçmişin Sesi(1999) adlı başvuru kitabı temel birçok bilginin yanında bir tartışma ortamı oluşturan anlatımı ile iyi bir başucu kitabıdır. Stephen Caunce’ın Sözlü Tarih ve Yerel Tarihçi (2000) adlı çalışması hem yerel tarih ve hem de sözlü tarih çalışmaları yapacaklar için bol miktarda bilgi içermektedir. Ancak gerek Thompson’un ve gerekse Caunce’ın çalışmaları yazıldıkları ülke ve hedef aldıkları kitle açısından Türk okuyucusunun konuyu içselleştirmesini ve kavramasını güçleştiren birtakım handikaplara sahiptir. Türk okuyucusunun ulaşamayacağı çalışmalardan çok sayıda örneklerin verildiği ve bunlar arasında bir tartışma ve değerlendirmelere gidilmeye çalışılması okuyucunun olaylarla ilişki kurmasını ve kavramasını güçleştirmektedir. Ayrıca doğrudan sözlü tarih ile ilgili çalışmaların hemen hepsi sözlü tarihin faydalarına geniş yer ayırırken sözlü tarihin olası güçlüklerine hiç yer vermemektedir. Ancak okuyucu John Tosh’un Tarihin Peşinde(1997) adlı çalışmasının sözlü tarih ile ilgili bölümünden bu tür bilgilere kısmen ulaşabilir. David E. Kyvıg -, Myron A. Marty’ nin Yanı başımızdaki Tarih adlı çalışmasının sözlü tarih ile ilgili bölümü görüşme kuralları açısından öz ancak tutarlı bilgiler içermektedir.
Paul Thompson’un davetli olarak katıldığı ve Türkçe literatürde ilk kaynak olan Tarih Vakfı’nın I. Sözlü Tarih Atölyesi(6-7 Haziran 1993) adlı ders notları Türkiye’deki sözlü arşiv malzemelerinin durumu ve sözlü tarih çalışması olarak neler yapıldığı üzerine birçok bilgiyi kapsamaktadır. Bu atölye çalışmasından sonra 1995 yılı sonuna doğru Kadın Eserleri Kütüphanesinde; 1996 yılı içinde Tarih Vakfında; 1998 yılı içinde sırası ile Belgesel Film Yapımcıları Birliği, Fransız Enstitüsü ve TÜYAP Kitap Fuarında farklı alanlardaki sözlü tarihle uğraşanlar bir dizi toplantıda bir araya gelmişler ve tecrübelerini paylaşmışlardır (Öztürkmen 2002 : 118). Tarih Vakfı bünyesinde yapılmakta olan sözlü tarih çalışmaları içinde bizzat bulunan Esra Danacıoğlu’nun yakın zamanlarda yayınladığı Geçmişin İzleri(2001) adlı çalışması tarihe ilgi duyanlar için Türkçe’deki en iyi telif çalışma sayılabilir. Birçok eksiklerine rağmen kitap yanı başımızdaki tarih için iyi bir kılavuzdur. Kitap içinde sözlü tarihe bir bölüm ayıran Danacıoğlu, örnek sözlü tarih projeleri koymuş ve dünyadaki ve Türkiye’deki sözlü tarih çalışmaları yapan kuruluşlar hakkında bilgiler de vermiştir. Ayrıca Tarih Vakfının internet sitesinden sözlü tarih çalışmaları hakkındaki haberlere ve sözlü tarih için kılavuz nitelikli bilgilere ulaşmak da mümkündür (www. Tarihvakfi.org.tr).
Bazı yüksek öğretim kurumlarının ders programlarına girmekle ve yerel tarih grupları içinde sözlü tarih toplulukları oluşturulmakla birlikte ülkemizde sözlü tarih çalışmaları, batılı ülkelerdeki çalışmalara bakarak, oldukça geridir. Bunda sözlü tarih çalışması yapmak için sahada çalışmanın bazı zorlukları olması, görüşmelerin ayarlanması ve yapılmasının fazla zaman alması, kayıt cihazı temininin mali külfeti, kaydedilen bilgilerin deşifresinin çok zaman alması, sözlü tarih ile ilgili çalışma metodu konusunda yeterli eğitimin verilmemesi ve en önemlisi tarihçilerin bu tür çalışmalara fazla hevesli olmaması gibi nedenlerden dolayı ülkemizde sözlü tarih çalışmaları yeterli gelişmeyi gösterememişlerdir.
Sözlü Tarih Çalışması Üzerine Düşünceler:
Allan Nevins sözlü tarihin neden gerekli olduğunu şöyle bir mizansenle anlatır: Başkan sekreterine bakanına bir mektup göndereceğini ve yazması için yanına gelmesini söyler, ancak az sonra fikir değiştirerek şu cümleyi kurar:” Hayır, dur! Ona telefon edeceğim; çabuk, kolay ve çok güvenli. Böylece kanıt bırakmamış oluruz.”(Nevins 1996: 30). Özellikle yakın tarihin yazımında kaynakların gelişen teknoloji ile birlikte sürekli kayıt altına alınmaması veya kanıtların kolayca yok edilebilmesi tarih yazıcılığında sözlü kaynakların kullanımını zorunlu kılmaktadır. Ayrıca sözlü kaynak olarak tabir ettiğimiz malzemenin belli bir yaştaki insanlar olması bunların ölümü ile bir dönemin zengin bilgisi de yok olmaktadır. Bu yüzden sözlü tarih çalışmaları birden çok araştırmacının işbirliğine dayalı ve sürekliliği olan çalışmalardır. Tek kişilik çalışmalar da yapılabilir ancak çok daha fazla sözlü kaynağa ulaşabilmek için grup çalışması en iyisidir.
Bir sözlü tarih çalışması için en başta araştırılacak bir konunun belirlenmesi gelir. Bunun için yapılacak iş genel tarih okumaları yapılarak araştırmaya değer bir alan ve konu belirlenebilir. Çoğunlukla genel okumalarda belirlenen konular çalışma bittiğinde değişmiş olur. Ancak başlangıç için bir konu belirlemek her zaman çalışmanın yönünü ve derli toplu olmasını sağlar. Ülkemizdeki yerel tarih araştırmalarında konu belirlemede yayınlanmış yazılı kaynağın az olması ve yerel basının olmaması gibi amillerden dolayı konu belirlemek sıkıntılıdır. Özellikle yerel çalışma bölgenizi pek fazla tanımıyorsanız işiniz daha da zordur. Bunun için önerilebilecek bir yolda genel tarihin bir yönünü veya yerel tarihe dayalı bir çalışmayı konu olarak belirlemeye karar vermenize yardımcı olması için yakınınızdaki yaşlı insanlarla konuşabilirsiniz. Onlar size yazılı kayıtlarda olmayan veya başka türlü akseden birçok yaşanmış olay anlatabilirler. Ancak anlatılanları yine de yazılı kaynaklarla kontrol etmenizde büyük fayda vardır. Yukarıda andığımız çalışmayı yapmadan önce Demirci kasabasında beş yıl geçirmiştik ve geçirdiği değişim üzerine birçok yaşlı insanla görüşme ve konuşma olanağı bulmuştuk. İlişkilerimizdeki saygılı ve ilgili tavrımızdan memnun kalmış olan bu insanlar sorduğumuz ve merak ettiğimiz her konuda bize seve seve bilgi vermeye çalışmışlardır. Karşılıklı güven ve anlayışla birçok sorunu aşmıştık.
Genel okumalarla veya yaşlı insanlardan edindiğimiz bilgilerle konusunu belirlediğimiz bir çalışma için bir plan yapmakta fayda vardır. Ne aradığımızı ve kimlerle görüşmemiz gerektiği üzerine bize bir fikir verecek olan plan/proje, çalışmanın aşamalarını ve hızını da belirler. Planla birlikte görüşmeye geçmeden konumuzla veya ne aradığımızla ilgili temel bazı sorular belirlemek faydalıdır. Hazırlayacağınız soruların sırasının özelden genele doğru olmasına dikkat edilmesi önerilir. Bu çalışma esnasında biz çok az soru hazırladık ve sorduk. Görüşme esnasında bocalamamızı önleyecek ve bize zaman kazandıracak bu soruları elimizin altında bulundurmak yararlıdır. Ancak iyi geçen bir görüşmede hiçbirini sormayabiliriz de. Ayrıca eğer ses veya görüntü kaydı yapacaksanız cihazlarınızı son kez gözden geçirmekte fayda vardır. Görüşmelerin mutlaka sesli veya görsel olarak kayıt edilmesi gibi bir kural yoktur. Ancak kolaylık ve size görüşme esnasında zaman kazandırması açısından cihaz kullanılması iyidir. Görüşmenizi mutlaka kaydedecekseniz bunu yazarak da yapabilirsiniz. Fakat bazı durumlarda kayıt cihazları yaşlı insanlarda olumsuz tepkilere yol açabilir. Onun için çok hassas olmak ve yaşlı psikolojisine dikkat etmek gerekir. Kaydedeceğinizi baştan söyleyerek onun olurunu veya rızasını almakta fayda vardır.
Konumuzu belirleyip çalışma planımızı yaptıktan sonra görüşmeye gidebiliriz. Görüşme için önceden haber vermek hem faydalı hem de görüşmeden elde edeceğimiz bilgiyi sınırlayıcıdır. Faydalıdır, yaşlı insanların hafızalarını toparlamalarına ihtiyaçları vardır. Sınırlayıcıdır, bu insanlar size vereceği bilgiyi bir süzgeçten geçirerek size neleri anlatmaları veya neleri anlatmamaları gerektiğini belirlemede daha çok zaman kazanmış olurlar. Aslında sözlü tarih insanların hayat tecrübelerinin kendi dillerinden ifade edilmesi olduğu için sübjektif özelliktedir. Tarih yazımında hedef objektif değerlendirmeye ulaşmak olduğundan sözlü kaynakların sübjektif yorumları tarihçi tarafından kritik edilerek kullanılmalıdır. Bunun yanında tecrübeli bir görüşmeci değilseniz yaşlı insanlardan istediğiniz bilgiyi almakta çok zorlanabilirsiniz. Onlar sizi kendi anlatmak istedikleri ile oyalayabilirler. Tek parti döneminde sıkıntı çekmiş olan bir yaşlı adamla görüşmemiz çok uzun sürmüştü. Hep çocukluğunu anlatarak günlerce kendini dinlemeye mecbur etti. Nedenini araştırdığımızda İslam dini inancında ölmüş insanların arkasından kötü konuşmanın günah olmasının büyük etkisini fark ettik. Ancak o dönemde oluşturulan olumsuz nitelikli ceberut devlet imajının şuur altlarında bıraktığı derin izleri de görmek mümkündür. Biz de ona siyasi kişiler yerine o zamanki gündelik yaşantısı ile ilgili sorular sorarak bilgi almaya çalıştık.
Görüşmeye gittiğinizde yaşlı insanları sevindirecek küçük bir hediye veya onlarla ilk başta oturup bir müddet sohbet etmek hem onları rahatlatır ve hem de ilk defa görüşüyorsanız size sempati duymalarına yardımcı olur. Görüşmeye başladığınızda kısaca meramınızı anlatırsanız iyi olur. Uzun konuşmamaya ve görüşmenizi bir iki saatten fazla tutmamaya özen göstermek bütün sözlü tarih görüşme kılavuzlarında yer almaktadır. Az konuşma ve iyi bir dinleyici olma görüşmenin başka mecralara kaymasına ve uzamasına yol açabilir. Yaşlı insanlar kırılgandır, çabuk alınırlar. Sözlerine sık müdahale etmemek gerekir. Bir konuyu açmak için üzerine gittiğinizde kapanabilirler ve size hiçbir şey söylemeyebilirler. O yüzden ölçülü ve saygılı olmak her zaman işe yarar. Kısa ve konuyu açıcı sorularla konuşmasını yönlendirebilirsiniz. Her zaman onun yaşça sizden büyük olduğunu ve bilgi ve tecrübesi ile sizden üstün olduğunu ona hissettirebilirsiniz. Bu tavır, onun sizin karşınızdaki çekingenliğini yener ve sorularınızı cevaplandırma konusunda onu daha istekli kılar.
Görüşmelerde anlatıcıyı motive edici ve onun hafızasını canlandırıcı objeler kullanılması veya varsa eşi veya bir başka tanıdığı ile birlikte görüşülmesi gibi hatırlatmaların doğru olup olmadığı tartışmalıdır. Fayda ve zararları olduğu üzerine iki farklı anlayış vardır. Yanındaki kişi konuyu açabilir, hatırlamadığı tarihleri, kişileri veya olayları hatırlatabilir. Tam tersi durumda görüşmeci kendisini veya yanındakini zor durumda bırakacak konularda suskun kalabilir. İyi bir görüşmeci olmak için, yetenek veya meziyetin yanında, anılan tüm bu saptamaları dikkate almanız ve ona uygun tavır geliştirmeniz gerekir. Bunlar olsa bile bazen insanlar sizinle görüşmek istemeyebilir. Biz çalışmamız esnasında yolsuzluklara karıştığı söylenen emekli bir devlet memuruyla görüşmeye gittiğimizde neleri öğrenmek istediğimizi anlatınca bizimle görüşmeyi kabul etmedi. Bunların olabileceğini her zaman göz önünde bulundurmak gerekir. Görüşmemiz bittiğinde hemen ayrılmamalıyız;çünkü deneğimiz unuttuğu bazı şeyleri hatırlayabilir. Bu aynı zamanda sizin onunla yaptığınız görüşmeye verdiğiniz önemi onun gözünde artırabilir. En azından bir daha geldiğinizde bu davranışın çok olumlu katkı sağlayacağı muhakkaktır.
Görüşme sonrası elde ettiğiz bilgileri toparlayıp tasnif etmek faydalıdır. Bu tür çalışmayı günü gününe yapmak en iyisidir. Size çalışmanızın hangi yönde ve nasıl gittiği hakkında fikir verir. Bazı kişilerce birkaç defa görüşmeniz gerekebilir. Bunun için görüşmelerinizi isimlendirmeli ve tarihlendirmelisiniz. Yaptığınız görüşmelerin yapacağınız çalışmada kullanmak için görüşmeciden izin alınması gerektiği üzerine ortak bir eğilim varsa da bu görüş eleştiriye açıktır. Niçin ve neden görüştüğünüzü bildirmişseniz ve sizinle görüşmeyi kabul etmişse eğer, onun bilinmesinde ve yayınlanmasında görüşmeci için bir sakınca olmaması gerekir. Bazen de izin alma daha trajik sonuçlar doğurabilir. Sizinle konuşmayı kabul etmiş yaşlı birisinden imzalı belge almanın yaratacağı güvensizlik, görüşmenin başlangıcında bu tür belge düzenleneceğinin söylenmesinde konuşmacının takınacağı olumsuz tavır, bu tür belge almanın ne kadar güvenli olduğu gibi durumlar tartışılmalıdır. Ancak ahlaki açıdan sözlü kaynağın verdiği bilgilerin ne tür bir çalışma için kullanılacağını bilmesi ve uygun olup olmayacağına hür iradesi ile izin vermesi gerekir. Çalışmayı yazanın sözlü kaynağın onayını yazılı bir belge ile alması ona bu açıdan hukuki bir üstünlük veya güvenirlik sağlamaz. Sadece görüşmecinin bu tür bilgi verdiğinin kendisince onanmasıdır.
Bütün görüşmelerden sonra topladığımız ve tasnif ettiğimiz bilgileri genel tarih çizgisine uygun ve yazılı belgelerle eşgüdüm sağlayacak biçimde düzenlemeye çalışmak yararlı olacaktır. Bazı bilgiler sizin tarih bilginize ters düşebilir. Biz bu tür bir durumla çalışmamız esnasında karşılaştık. Bizim çalışmamızda yaşlı bir kadın DP’nin İzmir’de yaptığı bir mitingden bahsetti. Ancak DP’nin tarihinde o tarihte böyle bir miting yapıldığına dair herhangi bir bilgi yoktu. Aynı şekilde bir adam da İnönü’nün bir konuşmasının içeriğinden bahsetti. Ancak yazılı kaynaklarda yaptığım araştırmada o tarihte böyle bir görüşme vardı ama içeriği anlatılandan çok farklıydı.
Görüşme ve elde edilen bilgi dışında araştırmacının görüşmeci ve görüşme yapılan mekanda edindiği izlenimler de önemli tarih bilgileri içerebilir. Görüşmecinin gösterebileceği fotoğraf, hatıra eşyası, alet ve işlevi olan bir cisim gibi nesneler anlatılan dönem ile ilgili tarih kurgulamasında araştırmacının hayal gücünü artırabilir. Görüşmecinin hal ve hareketleri, mimikleri, olayları önemseme sırası gibi davranışlar birçok tarih bilgisini biçimlendirebilir. Yalnızca görüşme dışında bu tür gözlemlerden elde edilecek ilhamlar tarihi dönemin kurgulanmasında veya tarihi bilginin yorumlanmasında ufuk açıcı olabilir, ancak aslolan görüşme sonucu elde edilen tarih bilgisidir.
Düzenlediğimiz bilgilerle normal tarih yazımının kuralları çerçevesinde yapmak istediğimiz çalışmayı yazabiliriz. Ancak sözlü tarih çalışmalarında dipnotu düşme konusunda henüz ortak bir teknik oluşturulamamıştır. Yabancı kaynaklarda bu konuda açıklayıcı bilgiyi bulmak zordur. Yabancı kaynaklarda kullanılan teknikler ise çok ayrıntılı ve uzundur: Şöyle ki, onlarda görüşmeyi yapanın adı-soyadı, yapılanın bir sözlü görüşme olduğu ve teyp ya da video kaydı olduğu, kaydı deşifre edenin kimliği, bir projeye dahil olup olmadığı, varsa hangi arşivde bulunduğu gibi birçok bilgi düşülmektedir. Benzer şekilde bibliyografya kaydı da ayrıntılıdır. Ancak bibliyografya kaydında deşifre metnin olup olmadığı belirtilir ( Sitton-Mehaffy- Davis,Jr 1983: 152). Ancak tek başına yaptığınız bir çalışma ise hangi tarihte kiminle görüştüğünüzü belirten bir tekniği kullanabilirsiniz. Eğer grup çalışması söz konusu ise metinde kullanılan her sözlü tarih görüşmesini yapan kişinin adı-soyadı, tarih ve kiminle görüşüldüğünün belirtilmesi doğru olur.
Değerlendirme:
Ağırlıklı olarak sözlü tarih çalışmalarının tarihi gelişimine yer verdiğimiz bu çalışmada değişen eğilimlere bağlı olarak tarih çalışmalarının yeni alan ve kaynaklara doğru bir yönelimi olduğu vurgulanmaya çalışılmıştır. Genel tarihlerden yerel tarih alanlarına doğru genişleyen bu yeni eğilimli tarih çalışmaları, yanı başımızda hep var olan tüm nesnelerin tarihinin yazılabileceği ve yazılması gerektiği önermesine dayanır. Bunun yanında gelişen teknolojiye ve yeni buluşlara bağlı olarak tarih için elzem olan kaynak mantalitesi de değişmektedir. Azalan yazılı belgelerin yerini daha renkli yeni kaynaklar (bilgisayar disketleri, ses ve görüntü kasetleri, internet sayfaları...vb) almaktadır. Son zamanlarda yakın dönem tarih çalışmalarında artarak kullanılmaya başlanan sözlü tarih malzemeleri bu türden kaynaklar olmamakla birlikte kişilerin hafızalarını birer kaynak olarak kabul eden ve yeni yeni benimsenmeye çalışılan bir yöntemdir. Genellikle çalışma yapılan alanda yeterli yazılı malzemenin olmadığı durumlarda başvurulan sözlü kaynak kullanımına dayalı tarih çalışmaları hiçbir zaman yazılı kaynaklara dayalı tarih çalışmalarının alternatifi değildir. Tarihin daha iyi anlaşılması ve yazılması için başvurulan yöntemlerden biri olan sözlü tarihin yazılı kaynaklara dayalı tarihin yerini almak gibi bir hedefi yoktur; olması da düşünülemez.
Bir sözlü tarih çalışması yapmak interaktif bir süreçtir. Tarih çalışmasını yapan araştırmacı kaynakları ile çok yakın bir ilişki içindedir. Bundan dolayı da sübjektif davranışlar göstermeye daha yatkındır. Ancak bu sözlü kaynak toplamayı ve kullanmayı engellememelidir. Yazılı belgelerin güvenirliği konusundaki çekincelerin büyük çoğunluğu sözlü kaynaklar için de geçerlidir. Ancak sözlü kaynakların güvenirliğini artıracak veya sözlü kaynağın verdiği bilgileri genişletecek tenkid imkanlarına yazılı belgelerden daha çok sahibiz. Çünkü sözlü kaynağın verdiği bilgileri müteakip görüşmelerle daha da açma ve ne söylediğini tam olarak anlayabilme imkanı her zaman vardır.
Sözlü tarih çalışmaları yarım yüzyıllık bir süreç içinde Batı ülkelerinde büyük gelişmeler kaydetmiştir. Örgütleri, periyodik yayınları olan ve birçok kitap yayınlayan, sempozyum ve konferanslar düzenleyen ve birçok proje gerçekleştiren batılı sözlü tarih gruplarına benzer çalışma guruplarının ve örgütlenmelerinin ülkemizde de gerçekleştirilmesi, Türk bilimine önemli katkılar sağlayacaktır.
Bibliyografya:
ARSLAN, Erdal; “ Yerel Tarihin Tanımı, Gelişimi ve Değeri”, Tarih Yazımında Yeni Yaklaşımlar, (Yay.Haz.: Zeynel Abidin Kızılyaprak) , İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 2000.
ATSIZ, H. Nihal (Hazırlayan); Aşıkpaşaoğlu Tarihi, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985.
BAUM, Willa K.; Oral History for the Local Historical Society, 3rd edition, 1987.
BAYUR, Y. Hikmet; Atatürk Hayatı ve Eseri, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1990.
CAUNCE, Stephen; Sözlü Tarih ve Yerel Tarihçi, ( Çev.: B. Bülent Can- Alper Yalçınkaya), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2001.
HALKIN Leon E; Tarih Tenkidinin Unsurları, (Çev.: Bahaeddin Yediyıldız). Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989.
IGGERS, Georg G.; Yirminci Yüzyılda Tarih Yazımı, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
KYVIG, David E.- MARTY, Myron A.; Yanıbaşımızdaki Tarih, İstanbul : Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2000.
LÖK, Atilla; “ Tarihçinin Mutfağı: Necdet Sakaoğlu: Yerel Tarihçilik", Toplumsal Tarih, Cilt: 9, Sayı: 59( Kasım 1998), s.34-37.
NEVINS, Allan; “Oral History: How and Why It was Born”, Oral History- An Interdisciplinary Anthology ( ed.: David K. Dunaway and Willa K Baum), 2nd Edition, Walnut Creek: Altamira Press,1996, pp.29 - 38.
NEYZİ, Leyla; İstanbul’da Hatırlamak ve Unutmak, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
ÖZTÜRKMEN, Arzu; “Milli Bayramlar: Şekli ve Hatırası-I”, Toplumsal Tarih, Cilt: 5, Sayı: 28( Nisan 1996), s. 29 – 35.
ÖZTÜRKMEN, Arzu; “ Yeni Bir Displin Olarak Sözlü Tarih”, Toplum ve Bilim, 91( Kış 2001-2002), s. 115 –121.
PRINS, GWYN; “ Oral History”, New Perspectives on Historical Writing, (Ed.: Peter Burke), Cambridge:Polity Press, 1993,pp.114-139.
Radikal Gazetesi(7 Nisan 2002), Yıl: 6, Sayı: 2003
RITCHIE, Donald A.; Doing Oral History, New York: Twayne Publishers, 1995.
SOLMAZ, Gürsoy; Tanıkların Diliyle Ermeni Vahşeti- Bir Sözlü Tarih Denemesi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2001.
STARR, Louis; “Oral History”, Oral History- An Interdisciplinary Anthology ( ed.:David K. Dunaway and Willa K Baum), 2nd Edition, Walnut Creek: Altamira Press,1996, pp.39 - 61.
SITTON, Thad, George L. Mehaffy and O. L. Davis,Jr; Oral History, Austin: Universty of Texas Press, 1983.
THOMPSON, Paul; Geçmişin Sesi, (çev.: Şehnaz Layıkel), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999.
TOSH, John; Tarihin Peşinde, ( Çev.: Özden Arıkan), İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1997.
TUNCAY, Neşe E. ( ed.); Sözlü Tarih Atölyesi( 6-7 Haziran 1993), İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1993.
YEDİYILDIZ, Bahaeddin; Ordu Tarihinden İzler, İstanbul: Ordulular Grubu Yayınları, 2000, 233 s.
YINANÇ, Mükrimin Halil; “Tanzimattan Meşrutiyete Kadar Bizde Tarihçilik”, Tanzimat-II, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1999, s. 573 – 595.