Milli Mücadelede İç Ayaklanmalar
Dr. Yunus Kobal*
Giriş: Osmanlı Devleti’nin girmiş olduğu 1. Dünya Savaşı’nı noktalayan 30 Ekim 1918 tarihli Mondros Mütarekesi ile Türk tarihinde Milli Mücadele adı verilen yeni bir dönem başlamıştır.[1] Bu dönem, mütareke şartlarının uygulanması sırasında yaşanan işgaller, azınlık terörü gibi her türlü olumsuzluğu içeren bir dizi uygulamaya karşı Türk halkının başlattığı direnme ruhu ile alevlenen Kurtuluş Savaşı’nı ve ardından gelen yeni Türk devletinin varlığının ve bağımsızlığının dünya devletlerince kabul edilişini kapsamaktadır.
Mütarekenin imzalanmasından sonra ülke tam anlamıyla bir kaosa sürüklenmiştir. Bütün devlet dengelerinin bozulduğu bu ortamda birbiri ardına kurulan hükümetler uzun ömürlü olamamış[2], hiçbir kabine bu durumun üzerine yüklediği ağırlığı taşıyamamış ve bu felaketten çıkış için sağlıklı fikirler üretememiştir. İtilaf Devletleri 1. Dünya Savaşı sırasında kağıt üzerinde paylaştıkları Osmanlı topraklarını bu defa fiilen bölüşmeye başlamışlar ve yürüttükleri işgaller Türk halkı için zor bir dönemin başlayacağını ortaya koymuştur. Bununla birlikte, imparatorluk bünyesinde yüzyıllardır barış ve huzur ortamında yaşamış olan azınlıkların, özellikle Ermeniler ve Rumların Türk topraklarında kendileri için bağımsız yeni yurtlar kurma girişimleri de silahlı çeteler vasıtasıyla yeni bir boyut kazanarak Müslüman ahali ile anılan azınlıklar arasında önemli olayların çıkmasına yol açmıştır.
Böylesine büyük bir otorite boşluğunun oluştuğu bir ortamda, yaşanan olumsuzluklar arasında Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde değişik zamanlarda ve farklı nedenlerle ortaya çıkan iç ayaklanmalar çok önemli bir yer tutmaktadır. Tarih boyunca çeşitli milletler kendilerini sömüren yabancı devletlere karşı ayaklanarak bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Bu, anlaşılması kolay bir konudur. Ancak aynı ülkenin insanlarını çeşitli sebeplerle karşı karşıya getiren iç ayaklanmaların açıklaması zordur. Zor olduğu gibi dramatik olaylara ve kapanması uzun sürebilecek yaralara da sebebiyet vermesi mümkündür.[3]
1919-1923 yılları arasında gerçekleşen iç ayaklanmaların temelinde çeşitli etkenler yatmaktadır. Dış etkenlerin özünü İtilaf Devletlerinin istek ve çıkarları oluştururken, iç etkenler daha fazla çeşitlilik göstermektedir. Ayaklanmalar tek tek incelendiğinde de görüleceği gibi başlıca etken olarak İstanbul Hükümetleri ile Kuvayı Milliye arasındaki çekişme göze çarpmaktadır. Bunun yanı sıra etnik farklılıklar temelinde gelişen ayaklanma girişimleri ve nihayet liderlik yarışı sebebiyle baş gösteren ayaklanmalara da tanık olunmuştur. Milli Mücadelede yaşanan iç ayaklanmaların kronolojik sıralaması aşağıdaki gibidir.[4]
11 Mayıs 1919 Ali Batı Olayı
20 Ağustos 1919 Ali Galip Olayı
27 Eylül 1919 Birinci Bozkır Ayaklanması
20 Ekim 1919 İkinci Bozkır Ayaklanması
20 Ekim 1919 Ahmet Anzavur’un Milli Mücadele aleyhinde birinci defa
saldırtılması
26 Ekim 1919 Şeyh Eşref Ayaklanması (Hart Olayı)
28 Ekim 1919 Kızılkuyu Olayı
28 Ekim 1919 Apa Çarpışması
1 Kasım 1919 Dinek Çarpışması
15 Kasım 1919 Demirkapı Çarpışması
16 Şubat 1920 Ahmet Anzavur’un Milli Mücadele aleyhine ikinci defa
saldırtılması
4 Nisan 1920 Ahmet Anzavur’un Gönen’e taarruzu
13 Nisan 1920 Birinci Düzce Ayaklanması
16 Nisan 1920 Çerkez Ethem kuvvetleriyle Ahmet Anzavur kuvvetlerinin
Yahyaköy Çarpışması
18 Nisan 1920 Kuvayı İnzibatiyenin kurulması
19 Nisan 1920 Ahmet Anzavur’un Karabiga’dan İngiliz gemisiyle İstanbul’a
kaçışı
25 Nisan 1920 Taraklı Çarpışması
8 Mayıs 1920 Ahmet Anzavur’un Adapazarı ve Geyve Harekâtı
8 Mayıs 1920 İkinci Düzce Ayaklanması
11 Mayıs 1920 Anadolu Fevkalâde Müfettişi Umumiliğinin işe başlaması
12/13 Mayıs 1920 Mudurnu Çarpışması
15 Mayıs 1920 Birinci Yozgat Ayaklanması
20 Mayıs 1920 Cemil Çeto Olayı
23 Mayıs 1920 Milli Mücadele kuvvetlerinin Kuvayı İnzibatiyeye taarruzu
25 Mayıs 1920 Zile Ayaklanması
27 Mayıs 1920 Sulusaray Olayı
1 Haziran 1920 Milli Aşireti Olayı
13 Haziran 1920 Yozgat’ın asiler tarafından işgali
14 Haziran 1920 Kuvayı İnzibatiye Tümeninin taarruzu
20 Haziran 1920 Çerkez Ethem kuvvetlerinin Ankara’dan Yozgat’a hareketi
21 Haziran 1920 Çopur Musa (Çivril) Olayı
27 Haziran 1920 Kula Olayı
20 Temmuz 1920 İnegöl Olayı
5 Eylül 1920 İkinci Yozgat Ayaklanması
8 Eylül 1920 Çengelhan Olayı
8 Eylül 1920 Nogaykızıközü Olayı
23 Eylül 1920 Ayvalıközü Çarpışması
25 Eylül 1920 Koyunculu Çarpışması
2 Ekim 1920 Konya Ayaklanması
6 Aralık 1920 Demirci Mehmet Efe Ayaklanması
7 Aralık 1920 Çerkez Ethem Ayaklanması
6 Mart 1921 Koçkiri Ayaklanması
... 1918 - 21 Kasım 1923 Aynacıoğlu Olayları
... 1918 - ... 1923 Pontus Ayaklanmaları ve Olayları
Ali Batı Ayaklanması: 11 Mayıs – 18 Ağustos 1919 tarihlerinde baş gösteren ve Midyat, Nusaybin, Ömerkan, Dirilömer çevresinde etkileşen bu ayaklanma, İngilizlerin Osmanlı topraklarında ayrılıkçı güçleri kışkırtarak, onlar aracılığıyla bölgede dolaylı bir etkinlik sağlama politikasına uygun düşen tipik bir örnektir. Bu bölgede yaşayan söz sahibi kişiler, İngilizlerin kışkırtmalarıyla bir Kürdistan oluşturulması fikrini yayma çabasında bulundukları sırada, bu rüzgardan etkilenen Ali Batı diğer yandan da kendisinin İstanbul Hükümetinin Mardin Temsilcisi olduğu yolundaki propagandalarla etkinliğini artırmaya çalışmıştır.[5]
11 Mayıs 1919 günü emrindeki yüz silahlı adamı ile Nusaybin’e gelen Ali Batı’ya İlçe Kaymakamı ve burada bulunan 24. Alay Komutanı ilk müdahaleyi nasihat yoluyla yapmışlarsa da, buradaki askerî kuvvetin kendi sayılarından daha az olduğunu anlayan Ali Batı her ikisini de tehdit etmiş ve daha da ileri giderek hapishanedeki mahkumları serbest bırakmış ve halktan zorla para ve insan toplamaya başlamıştır. Bunun üzerine 5. Tümen Komutanlığının emri ile civardaki askerî kuvvetler birleştirilerek Ali Batı’nın üzerine gönderilmiştir. 4 Haziran’da Mekre yakınlarında bozguna uğratılan Ali batı, bir grup adamıyla kaçmayı başarmıştır. 5. Tümen Komutanı, 6 Haziran’da bir bildiri yayınlayarak, köylülerin ve aşiretlerin bu eşkıyaya yardımda bulunmamak şartıyla serbest olduklarını ilan etmiştir.[6] Devam eden takip sonucunda Ali Batı 18 Ağustos’ta gizlendiği Medah mevkiinde kıstırılmış ve yapılan çarpışma neticesinde ölü olarak ele geçirilmiştir.
Ali Galip Olayı (20 Ağustos – 15 Eylül 1919): Mustafa Kemal ve beraberindekilerin Erzurum’da topladıkları Kongreyi engelleyemeyen Damat Ferit Hükümetinin, Amasya Tamiminde çağrısı yapılan ve yurdun bütünlüğü için kararlar alınacak olan Sivas Kongresini engelleme çabasının bir ürünü olmuştur. Dahiliye Nazırı Adil Bey ve Harbiye Nazırı Süleyman Şefik Paşa’nın emriyle dönemin Elazığ Valisi Ali Galip’in görevlendirildiği anlaşılmaktadır.[7] Aynı dönemde İngiliz Binbaşısı Noel, bağımsız bir Kürt önderleri Bedirhanî Halil, Kamuran, Celâdet ve Ekrem Beylerle toplanmıştır. Bu gruba, görev emrini aldıktan üç gün sonra 6 Eylül’de Ali Galip de dahil olmuş ve yapılan toplantıda Malatya Mutasarrıfı Bedirhanî Halil’den 500 seçkin atlı hazırlamasını kararlaştırmışlardır.[8]
Öteden beri bu girişimleri izleyen Mustafa Kemal, Kazım Karabekir ve Ali Fuat Paşalar, gelişmelerin Kürtleri ayaklandırmak ve Sivas Kongresini dağıtmaktan başka Doğu illerinde asayişsizlik olduğu gerekçesiyle bu bölgenin de işgaline zemin hazırlanacağı değerlendirmesini yapmışlar ve bu nedenle Ali Galip ve beraberindekilerin Sivas üzerine yürümelerini beklemeksizin onların ele geçirilmeleri kararını almışlardır.[9] Böylelikle Elazığ, Diyarbakır, Siverek ve Aziziye’den bazı birlikler Malatya üzerine gönderilmiş ve bunun üzerine önce Noel ile Kamuran, Celadet ve Ekrem, arkasından Ali Galip ile Mutasarrıf Halil Kahta’ya doğru kaçıp, Bey Dağ’daki Reşvan Aşireti Başkanı Bedir Ağa’nın yanına sığınmışlardır. Ali Galip kaçarken maliye veznesinden almış olduğu “Mustafa Kemal ve avenesinin tenkili masarifine karşılık olmak üzere olbabdaki emrini tevfikan altı bin lira alınmıştır.” ibareli senedi de unutmuştur.[10] Beydağ’da da yeni kuvvet toplama girişiminde bulunduğu anlaşılan Ali Galip üzerine kuvvet gönderilince bu defa Urfa’ya kaçmış, oradan da Noel’in çağrısı üzerine Halep’e gitmiştir.
Birinci Bozkır Ayaklanması (27 Eylül – 4 Ekim 1919): Konya’nın Bozkır ilçesinde meydana geldiği için bu adla anılan ayaklanmalar, ulusal direnişin güçlenmesini ve gelişmesini geciktirici türden ayaklanmalardır. Mustafa Kemal Paşa’nın, komutanlara Mondros Mütarekesi’nin uygulanmasına davet eden telgraflarına olumlu yanıt veren Cemal Paşa, bölgedeki halkı milli mücadeleye katılmaya ve ordusunun eksiklerini tamamlamaya çalışırken İstanbul’a çağrılmıştır. Ardından görevi devralan Albay Selahattin de kısa bir süre sonra görevinden ayrılınca, İngiliz Muhipler Cemiyeti ve Damat Ferit’e bağlılığıyla bilinen Vali Cemal Bey[11] duruma hakim olmuştur. Cemal bey bir yandan halkı milli kuvvetlere karşı gelmeye zorlarken, diğer yandan da hapishaneyi boşaltarak buradaki suçluları silahlandırmıştır. Bu gelişmeler karşısında Heyet-i Temsiliye, Albay Refet Bey’i (Bele) valinin tehlikeli faaliyetlerine son vermesi için görevlendirmiştir. Konya halkının da bu yeni gelişmeye verdiği desteği gören Vali Cemal Bey 27/28 Eylül 1919 gecesi Konya’yı terk ederek İstanbul’a dönmüştür.[12]
Halife, Padişaha bağlılık ve milli harekete karşı çıkış temelindeki ilk örneği teşkil eden Birinci Bozkır Ayaklanması böyle bir ortamda Vali Cemal ve İstanbul’da İngiliz Papazı Frew ile ilişkisi olan Bozkırlı Zeynelabidin ve arkadaşlarının kışkırtması sonucu başlamıştır. Kısa sürede Bozkır’a egemen olan yaklaşık bin kişi, Seydişehir’den üzerlerine gönderilen askeri birliği de etkisiz hale getirince, bölgeye bir nasihat heyeti gönderilmiş ve Bozkır’a milli kuvvetlerin gönderilmeyeceği garantisi verilerek isyanlar yatıştırılmıştır.
İkinci Bozkır Ayaklanması (20 Ekim- 4 Kasım 1919): Birinci ayaklanmanın yatıştırılmasının ardından yeni bir ayaklanmamanın çıkmaması için Afyon’dan Yarbay Arif (Karakeçili) Müfrezesi de Seydişehir’e kaydırılmıştır. Bu gelişmeleri haber alan Zeynelabidin’in adamları, yeniden harekete geçerek Bozkır’ı basmışlar ve üzerlerine gönderilen öncü birlikleri yenilgiye uğratmışlardır (24 Ekim 1919, Akkise civarı). Ertesi gün Yarbay Arif asilerin sağ kanadından etkili bir harekat düzenlemiş, 30 kadar ölü ve bir o kadar da yaralısı bulunan isyancılar geri çekilmeye başlamışlardır. Takip harekatında Karaman-Çumra yolu üzerindeki Kızılkuyu’da geceyi geçiren 30 kişilik bir müfreze, baskın sonucu ele geçmiş (28/29 Ekim 1919), asiler erlerin para, silah ve hayvanlarını alıp serbest bırakmış, ancak başlarındaki iki subayı idam etmeye teşebbüs etmişlerse de araya giren yaşlıların ve herhalde yaklaşmakta olan Yarbay Arif kuvvetlerinin etkisiyle vazgeçerek kaçmışlardır. Bu arada Yarbay Arif Müfrezesi ile asiler arasında bir çarpışma da Apa ve dolaylarında gerçekleşmiş (28 Ekim1919), 20 ölü ve 10 yaralı veren isyancılar kaçmaya devam etmişlerdir. Ayaklanmacılara son darbe de 1 Kasım 1919’da Dinek yöresinde vurulmuş, dağılan asilerin ele başları da dağlara kaçmak zorunda kalmış, asilerin bütün köyleri işgal edilince Bozkır’a bir tek silah patlamadan girilmiştir (4 Kasım 1919).[13]
Şeyh Eşref (Hart) Ayaklanması (26 Ekim – 24 Aralık 1919): Tipik bir irtica hareketi niteliği taşıyan bu ayaklanma, Bayburt’a 20 km. uzaklıktaki Hart kasabasında yaşayan Eşref adında birinin kendine özel bir tarikat kurması ve ününün çevreye yayılması sonucu İçişleri Bakanlığınca soruşturma açılmasını gerektiren bir durumun oluşması ve Eşref’in soruşturmaya karşı çıkmasıyla başlamıştır. Bu konudaki ilk girişim Erzurum Valiliğince başlatılmıştır. Valilik, Bayburt Kaymakamlığına bu şeyhin kökeni, mesleği, mezhebi, müritlerinin kimliği ve faaliyetleri hakkında bilgi sormuştur.[14] Sonuçta Dahiliye Nezaretinin emriyle harekete geçen Bayburt Kaymakamlığı, ilçe müftüsünün başkanlığında din adamlarında oluşan bir kurul oluşturmuştur. Şeyhin kurulun davetini reddetmesi ve müritlerinin ayaklanma içinde olduğu yolunda duyumlar alınması üzerine 6 Aralık 1919’da Bayburt’taki 28. Alaydan 50 kişilik bir müfreze göz korkutmak için Hart’a gönderilmiştir. Hart’a gelen heyet, Şeyhin önceden ayrılması sebebiyle kendisi ile temas edememiş, halk yorgun düşen askerleri ikramda bulunmak vaadiyle birer ikişer evlere dağıtmış ve Hart’a geri dönen Şeyhle birlikte harekete geçerek onları esir almıştır. Bu olay, Alay Komutanı Binbaşı Nuri’nin şehit edilmesiyle yeni bir boyut kazanmış, bunun üzerine otuzar kişilik iki piyade bölüğünden yeni bir müfreze oluşturularak 9 Aralık 1919’da Hart’a sevk edilmiştir.[15] Bu müfrezeye de bir baskın düzenleyen Eşref başarılı olup askerleri tutsak ettikten sonra, kendisinin mehdi olduğunu ilan edip daha da azgınlaşmaya başlamıştır. Askerlerin tedbirsizliği ve tecrübesizliği neticesiyle oluşan bu durum karşısında hükümetin uzlaşma girişimlerinde bulunmuş olması da bir fayda sağlamamıştır ve bu defa dört tabur ve iki bölükten oluşan 700 kişilik bir kuvvet Hart’a gönderilmiştir. İhtiyaten biri Gümüşhane’de, diğeri Of’ta iki tabur da hazır tutulmuştur. 24 Aralık’ta Hart’ı kuşatan bu kuvvetler özellikle topçuların isabetli atışları vasıtasıyla sonuca gidebilmeyi başarmıştır. Evine isabet eden top mermisiyle havaya uçan Şeyh Eşref’in akıbetini öğrenen müritleri daha fazla direnemeyip teslim olmuşlardır.[16]
Birinci Anzavur Ayaklanması (25 Ekim - 30 Kasım 1919): Ahmet Anzavur’un önderliğinde çeşitli aralıklarla gelişen ayaklanmalar, esasen Anadolu’daki direnişi kırmaya yönelen iç isyanlar arasında en önemlisi sayılabilir. Çünkü Batı Cephesinin oluşturulması ve Yunan işgalinin durdurulmasının gecikmesine sebep olmuştur.
Emekli Jandarma Binbaşısı olan Ahmet Anzavur, Milli Mücadeleye karşı tavır alarak saltanat ve halifeliğe bağlılığının karşılığında, özellikle Biga, Gönen, Manyas ve civarındaki Çerkezleri teşkilatlandırarak Kuvayı Milliyeye karşı bir güç oluşturmak amacıyla bu bölgeye gönderilmiştir. Heyet-i Temsiliye Anzavur hareketini bastırmak için 31 Ekim 1919’da Albay Kazım’ı (Özalp) ve Salihli Cephesi Komutanı Ethemi görevlendirmiştir.[17] 2 Kasım 1919’da Susurluk’a gelerek kuvvet toplamaya başlayan Anzavur ile ilk temas 15 Kasım’da Demirkapı sırtlarında gerçekleşmiş, bir taraftan Albay Kazım komutasındaki 11. Tümen, diğer taraftan da Yarbay Rahmi müfrezesi arasında kalan Anzavur, 10 kadar ölü ve 40 kadar yaralı bırakarak kaçmıştır. Takip harekatına bu aşamada Salihli cephesinde bulunan Çerkez Ethem de katılarak 30 Kasım’da Söğütalanı’nda Anzavur yeniden sıkıştırılmış ve ancak birkaç adamı ile kaçmayı başarmıştır. Birinci Anzavur Ayaklanmasının 2/3 Aralık 1919’da bittiği kabul edilmektedir.[18]
İkinci Anzavur Ayaklanması (16 Şubat – 19 Nisan 1920): Ahmet Anzavur’un ikinci kez ayaklanma girişimi, Müdafaa-i Hukuk Heyeti Merkeziyesi üyelerinden Edremit Kaymakamı Hamdi Bey’in katledilişi ile başlar. Hamdi Bey 26/27 Ocak 1920 gecesi düzenlediği bir baskınla Gelibolu yarımadasının Akbaş mevkiinde Fransız askerlerinin gözetimi altındaki silah ve cephaneleri ele geçirmiş ve sabaha kadar tümünü Anadolu kıyılarına taşıtmış yurtsever bir kişidir. Daha sonra Biga’ya geçerek asker toplamaya başlayan Hamdi Bey, yaklaşık 500 genç ile Biga’daki 190. Alayın 2. Taburu emrine girmiştir. Birliğin ihtiyaçları için halktan para toplamak zorunda kalışı, buradaki halkı ( çoğunlukla Pomaklar) hoşnutsuzluğa itmiş ve Biga’da bir isyan başlatılmıştır. Bu esnada 15 kadar adamıyla Biga’ya gelen Ahmet Anzavur, hükümet konağına yerleşerek ayaklanmanın idaresini ele almıştır. Hamdi Bey yalnız kalınca Yenice istikametine doğru yola çıkmış, fakat yolda yakalanarak katledilmiş ve cesedi halka teşhir edilmiştir.[19]
Bu gelişmeden sonra Anzavur yönetimindeki 800 kadar asi Yenice’ye saldırarak, Akbaş’tan kaçırılan silahları ele geçirmek istemiştir. Çaresiz geri çekilmek zorunda kalan yurtseverler silahları ve cephaneliği asilerin eline geçmemesi için dinamitle havaya uçurmuştur. Bu arada İstanbul Hükümeti de Anzavur çetesine katılmak üzere İstanbul’dan subaylar göndermiş, mali destek sağlamış, İngilizlerle birlikte bu ayaklanma örgütünü genişletmeye çalışmıştır.[20]
Çok ciddi boyutlara ulaşan ikinci Anzavur kuvvetlerinin bastırılması konusunda Ankara’da Mustafa Kemal Heyet-i Temsiliye başkanı olarak kararlı bir bildiri yayınlamış[21] ve isyanın bastırılması için 2 000 civarında asker toplanmıştır. Çerkez Ethem’in idaresindeki birlikler 16 Nisan 1920’de Susurluk’un Kuzeyindeki Yahyaköy’de karşılaşmışlar, tam gün süren şiddetli çarpışmalar sonunda asiler dağıtılabilmiştir. Bunun üzerine 19 Nisan’da Karabiga’ya kaçan Anzavur oradan da bir İngiliz gemisiyle İstanbul’a dönmüştür.[22]
Birinci Düzce Ayaklanması (13 Nisan – 31 Mayıs 1920): 7 Nisan 1920’de Amiral de Robeck’i ziyaret ederek onunla milliyetçilere karşı alınması gereken önlemleri ve bu konudaki İtilaf Devletlerinin desteğini araştıran Damat Ferit’in 12 Nisan 1920’de dördüncü defa Sadrazamlığa getirilişinin hemen ardından başlayan bu ayaklanma da Anzavur, Yozgat ve Konya isyanları ile aynı türden sayılabilir.[23]
Düzce yöresinde baş gösteren bu ayaklanmalar bir yandan hilafetin ve şeriatın savunulmasına dayandırılmakla beraber diğer yandan da Çerkezlik davası güdülen bir içeriğe de sahiptir.[24] Bölgede yaşayan Çerkez ileri gelenlerinin sarayla yakın ilişkide olmaları gelişen Anadolu hareketine karşı olumsuz tavır almalarına sebep olmuştur. Ayrıca İstanbul Hükümeti’nin buradaki Çerkez ve Abaza’ları ulusal direniş hareketine karşı kışkırtırken, bu hareketi yürütenlerin İttihatçıların devamı olduğu yolundaki propagandaları da etkili olmuştur. Bütün bu gelişmelerin sonucunda Ömer Efendi Köyünde toplanarak silahlanan Çerkez ve Abazalar Düzce’deki güvenlik müfrezesini basarak buradaki birlik komutanı Mahmut Nedim’i teslim almış ve Düzce’ye egemen olmuşlardır. Ayaklanmanın öncülerinden Berzeg Sefer Kaymakamlığa, emekli Binbaşı Maan Ali de Jandarma Komutanlığına atanmış ve ayaklanma bu suretle seri bir şekilde yayılmaya başlamıştır. Kısa bir zaman içinde Bolu, Hendek, Adapazarı ve Safranbolu’da insanlar “Müslümanlık” gayreti ile ya da “padişah yanlısı” olduklarını göstermek amacıyla ayaklananların safına katılmışlardır.[25]
Tehlikenin büyüklüğü karşısında yeni kurulan Büyük Millet Meclisi’nin Muvakkat İcra Vekilleri Heyeti (Geçici Yürütme Kurulu) bölgeye askeri birliklerle beraber halkı yatıştırmak için Ankara’dan Husrev Gerede, Adapazarı’ndan da Sait ve Kazım Beyler başkanlığında birer “Nasihat Heyeti” gönderilmiştir. Fakat bu girişim sonuçsuz kalmış, Gerede Heyeti asiler tarafından tutuklanmış, Sait ve Kazım Beyler öldürülmüştür. Bunun üzerine Geyve’deki tümenden sonra Çerkez Ethem birliği ve diğer Kuvayı Milliye birlikleri bölgeye yollanmış, Ali Fuat (Cebesoy) ile Refet (Bele) ayaklanmayı bastırmakla görevlendirilmiştir.[26]
23-31 Mayıs 1920 tarihleri arasında başlayan ayaklanmayı bastırma harekatı, 26 Mayıs’ta Çerkez Ethem kuvvetlerinin Düzce’yi ele geçirmesiyle ve ayaklanmanın elebaşılarıyla birlikte 53 kişiyi idam etmesiyle[27] ve aynı gün Refet Bele kuvvetlerinin Bolu’ya girmesiyle devam etmiş, Refet Bey’in 31 Mayıs’ta Gerede’ye girmesiyle sonuçlanmıştır.[28]
İkinci Düzce Ayaklanması ( 19 Temmuz – 23 Eylül 1920): Birinci Düzce ayaklanmasının bastırıldığı günlerde Yozgat’ta da bir ayaklanmanın başlaması üzerine Çerkez Ethem’in ve Binbaşı Çolak İbrahim’in kuvvetleri Genelkurmayca Yozgat bölgesine, düzenli orduya mensup birlikler de Yunan saldırılarını karşılamak amacıyla cepheye gönderilince bu bölgede daha önce dağılıp sinen asiler yeniden toparlanmaya başlamışlardır. Bu defa ayaklanan Çerkez ve Abazaların düşünceleri, Hendek’i almak, İzmit ile bağlantı sağlayıp Yunanlılarla birleşmek ve güya kendi hayat ve geleceklerini milli kuvvetlerden kurtarıp, garanti altına almak şeklinde gelişmiştir.[29] 8 Ağustos’ta Düzce’yi ele geçirmeyi başaran asilerin üzerine Ankara, Eskişehir, Bilecik ve Uşak’tan takviye birlikler gönderilince yok edileceklerini anlayan asiler hareketlerine son vermişlerdir. Bunda Ali Fuat Paşa’nın Abaza başkanlarıyla görüşmek üzere gönderdiği aracıların da olumlu katkısı olmuş ve 66 gün süren ayaklanma bu şekilde sonuçlanmıştır.[30]
Kuvayı İnzibatiye Harekatı: Dördüncü kez 5 Nisan 1920’de kabinesini kuran Damat Ferit’in milli mücadeleyi boğmak için başvurduğu yollardan biridir. Kuvayı İnzibatiye adı verilen bu yarı-resmî askeri örgütün diğer adı Hilafet Ordusudur. Komutanlığına Süleyman Şefik Paşa’nın atandığı Kuvayı İnzibatiye üç piyade alayı ve bir topçu taburundan oluşmuştur. 18 Nisan 1920’de kurulan bu oluşumun hemen öncesindeki önemli gelişmeleri hatırlamak yararlı olacaktır. 11 Nisan’da Şeyhülislam Dürrizade El Seyid Abdullah’ın fetvası ile Mustafa Kemal ve onunla beraber hareket edenlerin öldürülmelerinin İslam dinince caiz olduğu ilan edilmiş, buna mukabil Ankara da Börekçizade Mehmet Rifat Efendi’nin fetvası ile (16 Nisan 1920) haklılığını aynı zeminde kanıtlamaya girişmiştir. Artık İstanbul ile Ankara arasındaki bütün köprüler atılmış ve geri dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Bu arada İngilizler de denetimleri altındaki Türk silah depolarından Kuvayı İnzibatiye’ye silah dağıtılmasına izin vermektedirler.[31]
Süleyman Şefik Paşa kendisine sonradan katılan Anzavur Ahmet ile anlaşmazlığa düşünce İstanbul’a dönmüş ve Kuvayı İnzibatiye’nin başına Yarbay Senai geçmiştir. Kuvayı İnzibatiye’nin bu dönemdeki amacı Geyve boğazını alarak Eskişehir istikametinin yolunu açmaktır. Bu amaçla top ve makineli tüfeklerle pekiştirilmiş 2 000 kişilik bir kuvvetle Geyve boğazına taarruza karar verilmiştir.[32] Anzavur Ahmet’in komutası altında 15-16-17 Mayıs’ta saldırılar gerçekleştirilmiş, her defasında geri püskürtülen Anzavur Adapazarı’ndan ayrılarak İstanbul’a dönmüştür.[33] 23 Mayıs’ta yeniden temas edilen Kuvayı İnzibatiye birlikleri ağır bir yenilgiye uğratılmış, 3 subay, 40 kadar er esir edilmiş, 4 topla 4 makineli tüfek ve çok sayıda malzeme ele geçirilmiş, Sapanca ve Adapazarı kurtarılmıştır.[34] Hilafet Ordusuna son darbe 14 Haziran sabahı başlayan taarruzla vurulmuş, zaten yenilgiler ve askerden kaçanlar nedeniyle iyice zayıflayan birlikler tamamen etkisiz hale getirilmiştir.
Birinci Yozgat Ayaklanması (15 Mayıs-27 Ağustos 1920): Yozgat ve çevresinde çıkan bir dizi ayaklanma girişiminin gerisinde İstanbul Hükümetini destekleyen Hürriyet ve İtilaf Partisinin Yozgat başkanı Çapanoğlu Edip ve kardeşi Celal’in çabaları yer almaktadır. Bu yörede nüfuz alanı geniş olan Çapanoğlu Kardeşler sürekli olarak “Ankara’da toplanacak olan meclisin padişahın isteklerine ve yasalara aykırı olduğu” yolunda propagandalarla halkı Büyük Millet Meclisi aleyhine kışkırtmaya çalışmışlardır. Bölgedeki karışıklıkların ilki Yıldızeli’nde yaşanmıştır. Padişahın bildirge ve fetvalarını halka dağıtan Postacı Nazım, Yozgat beyleriyle de temas kurarak halkı Kuvayı Milliye aleyhine örgütlemeye başlamışlardır. Toplanan asileri dağıtmak üzere gönderilen tabur ile ilk çarpışmalar Sulusaray civarında yaşanmış, ancak etkili bir sonuç alınamamıştır. Giderek güç kazanan asiler üzerine iki müfreze daha gönderilmiş, Çamlıbel’deki müfreze baskına uğramıştır. Bunun üzerine Antep civarında bulunan Kılıç Ali de Büyük Millet Meclisi tarafından 80 kadar adamıyla bölgeye sevk edilmiştir. Kılıç Ali’nin birlikleri Akdağ Madeni civarında asilere küçük çapta üstünlük sağlarken, 14 Haziran’da Yozgat asiler tarafından işgal edilmiştir. Ayaklanma civar bölgelere de yayılırken 15/16 Haziran gecesi Artova ve Çamlıbel karakollarının basıldığı görülmüştür. Durumun tehlikeli bir hal alması üzerine Genel Kurmay Başkanlığı 19 Haziran 1920’de Çerkez Ethem’i ayaklanmayı bastırmakla görevlendirmiştir. 70 subay, 2100 piyade, 1300 atlı, dört kudretli dağ topu, bir sahra topu, sekiz makineli tüfekle 23 Haziran’da sabahın erken saatlerinde Yozgat önüne gelen Çerkez Ethem Müfrezesi öğleye kadar süren çarpışmalarla Yozgat’ı ele geçirmiştir.[35]
Yozgat’ta kurulan askeri mahkemede elebaşılardan 12 kişi asılmış, Celal ve Edip kardeşler kaçmışlardır. Kaçanlar Yozgat-Alaca yolu üzerindeki Arapseyfi civarında Ethem’in kuvvetleriyle yeniden karşılaşmış, burada da 300 civarında kayıp vermişlerdir (27 Haziran 1920). Bu tarihlerde Yunan Ordusunun da Bursa ve Uşak üzerine doğru büyük bir saldırı başlattığı dikkate alınacak olursa, bu tür ayaklanmaların nelere mal olduğu anlaşılabilir. Dirençleri büyük ölçüde kırılan asiler bundan sonra küçük çaplı çarpışmalarla dağıtılmışlardır.[36]
İkinci Yozgat Ayaklanması (5 Eylül-30 Aralık 1920): Birinci ayaklanma sonunda af dileyerek hayatta kalan asilerden oluşturulan 500 kişilik Akmağdeni Alayı cepheye gönderilmek istenince kaçarak yeniden asi durumuna geçmişlerdir. Bu asiler 8 Eylül’de Çengelhan’da yağmacılık yapmışlar, 9 Eylül’de de Ortaköy’ü basmışlardır. Üzerlerine gönderilen İkinci Kuvayı Seyyare ile Nogaykızıközü, Ayvalıközü ve Koyunculu çarpışmaları sonucunda asiler dağılarak kaçmışlardır (25 Eylül 1920). Bundan sonraki dönemde Akmağdeni ve Zile yörelerinde yapılan taramalarda birçok asi ele geçirilmiş ve ikinci Yozgat ayaklanması Aralık ayı sonlarında tamamen bastırılmıştır.[37]
Zile Ayaklanması (25 Mayıs-21 Haziran 1920): Bu ayaklanma Yıldızeli ve Yozgat olaylarıyla iç içe gelişmiştir. Buralardaki olaylardan cesaret alan Avukat Ali, eski Bucak Müdürü Naci, eski mal müdürünün oğlu İhsan’ın 30 kadar atlıyı toplaması ile başlayan tehdit edici gelişmeler üzerine bölgeye gönderilen 5. Tümen, Yarbay Cemil Cahit komutasında duruma müdahale etmiştir. Halkı hükümet aleyhine kışkırtmaya çalışan asilerle ilk ciddi çarpışmalar Zile’de yaşanmış, 150 kadar asi ölü ve yaralı olarak etkisiz hale getirilmiş, 30 kadarı da teslim alınmıştır. Yakalananlardan 50 kişi askeri mahkemede yargılanmış ve 22’si idam cezası almıştır.[38]
Milli Aşireti Olayı (1 Haziran-8 Eylül 1920): Özellikle İngiltere’nin ve Fransa’nın olumsuz propagandaları, para yardımı ve bir takım vaatler, Güneydoğu Anadolu bölgesindeki aşiretleri Türklerden ayırarak bağımsız bir Kürdistan fikrine yöneltmiştir.[39] Bu çerçevede Milli Aşiretinin ileri gelenlerinden Mahmut, İsmail, Halil, Bahur ve Abdurrahman Beyler Güneydeki düşmanlarla gizli temas ve bağlantı kurmuş ve harekete hazır hale gelmişlerdir.[40] Fransızların Haziran ayı başlarında Urfa’yı ikinci kez ele geçirme girişimleri sırasında Milli Aşiretinin de Siverek yönünde harekete geçmesi TBMM Hükümeti için ciddi bir sorun halini almıştır.
İlk etapta 13. Kolordunun 5. Tümeni bölgeye gönderilmiş, 18 Haziran’daki çarpışmalardan sonra Güneydoğuya kaçan asiler dışarıdan aldıkları destekle güçlenerek 24 Ağustos’ta 2 000’den fazla kuvvetle yeniden saldırmaya geçmişler ve Viranşehir’i ele geçirmişlerdir. 7/8 Eylül’de 5. Tümenin gerçekleştirdiği taarruz karşısında tutunamayan asiler Suriye tarafına kaçmışlardır.[41]
Cemil Çeto Olayı (20 Mayıs-7 Haziran 1920): Garzan’da Bahtiyar Aşireti Reisi Cemil Çeto, bazı aşiret reislerini kendi etrafında toplayarak bölgede hükümet kurma girişimlerine başlamıştır. Bu çerçevede Reşkotan aşiretini kendi yanına çekmek için tehditkar teklifler götürmüş, ancak Reşkotan aşireti başkanı tehditlere aldırmayarak hükümete sadakatini vurgulamıştır. Yine de harekete geçen Cemil Çeto, bir süre Garzan yöresine hakim olmuşsa da 13. Kolordunun aldığı önlemler üzerine hakimiyetini yitirmiştir. Adamlarının çoğunu kaybeden Cemil Çeto 7 Haziran 1920’de dört oğlu ile birlikte teslim olmuştur.[42]
Konya Ayaklanması (2 Ekim-22 Kasım 1920): Bu ayaklanma da Kuvayı Milliyecileri asi ve kafir olarak gören, Anlaşma Devletlerine karşı milli bir direnişin mümkün olamayacağına inanan kişilerin önayak olduğu türdendir. Kaynağını bir yıl öncesindeki Konya Valisi Cemal Bey’in Kuvayı Milliye aleyhine yürüttüğü faaliyetlere bulmak mümkündür.. Ulusal güçlerin direnişinin yakında Konya’nın Anlaşma Devletlerince işgal edilmesine yol açacağı yolundaki propagandalar, Kuvayı Milliyecilerin Yunanlılarla savaşmak yerine Türk köylerini soyduğu şeklindeki söylentilerle beslenince beklenen gelişme olmuş, Çumra’da Delibaş Mehmet çoğu asker kaçağı yaklaşık 500 kişilik bir çeteyle baskın yaparak buraya egemen olmuştur. Daha sonra Konya’ya yönelen Delibaş, bir yandan da kendi yandaşlarını Konya’ya vali, polis müdürü ve jandarma komutanı olarak atamıştır. İsyancılara Akşehir ve Beyşehir’in de katılması, Konya ve Isparta sancaklarının Konya’ya yakın yerlerinin asilerin eline geçmesi durumu ciddileştirmiştir. TBMM Hükümeti ayaklanmayı bastırma görevini Albay Refet’e (Bele) vermiştir. Refet Bele komutasındaki birlikler 6 Ekim’de Konya’yı, 16 Ekim’de Bozkır’ı, Seydişehir’i ve Beyşehir’i, 23 Ekim’de Çiğil’i ele geçirmeyi başarmıştır. Güçlerini önemli ölçüde yitiren ve dağılan ayaklanmacıların etkinliğinin tamamen ortadan kalkması, 10 Ekim’de Dinar’dan hareket eden Demirci Mehmet Efe’nin önce Akseki’yi alması, 22 Kasım’da da Isparta’ya varmasıyla mümkün olmuştur.[43]
Konya ayaklanmasına karışanların yargılanması Konya İstiklal Mahkemesinde yapılmıştır. Suçları sabit görülen 24 kişi idam cezasına çarptırılmıştır.[44]
Demirci Mehmet Efe Ayaklanması (1-20 Aralık 1920): Çeşitli isyanların bastırılmasında emeği geçen Demirci Mehmet Efe (1885-1959) Birinci Dünya Savaşı esnasında kendisine yapılan onur kırıcı bir muameleden dolayı bulunduğu yerden kaçarak dağa çıkmış, kısa zamanda topladığı yaklaşık 200 kişilik bir çeteyle Ödemiş civarında ün salmayı başarmıştır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlıların cazip vaatlerini reddederek milli kuvvetler safında yer almıştır. Kendisine 5 Ekim 1919’da Aydın Cephesi Umum Kuvayı Milliye Komutanı adı verilmiştir.[45]
Düzenli ordu kurulması aşamasında milis kuvvetlerinin de lağvedilmesi gerektiği gerçeğinin ortaya çıkması Demirci Mehmet Efe’yi tereddüde düşürmüştür. Mehmet Efe 22-23 Kasım gecesi İçişleri Bakanı ve Güney Cephesi Komutanı Refet Bey’den şöyle bir şifreli telgraf alır: “Artık milis teşkilatının şimdiye kadar olduğu gibi devamına sebep ve mahal kalmamıştır. Şimdiye kadar bunların gördüğü vazifeleri, şimdiden sonra ordu göreceğinden, Kuvayı Milliye teşkilatı lağvedilmiştir. Demirci Efe bundan sonra askeri bir sıfat ve nizam altında atlı takip kuvvetleri komutanı olarak benim refakatimde vazife görecektir. Artık “Demirci Mehmet Efe” yerine “Mehmet Beyefendi” tabiri kullanılacaktır.”[46]
Teklifi kabul etmeyen Demirci Mehmet Efe’nin bu sıralarda Ankara ile ilişkileri gerginleşen Çerkez Ethem’le birleşme ihtimalinin ortaya çıkması Albay Refet Bey’i acil önlem alma durumuna getirmiştir; Demirci Mehmet Efe tasfiye edilecektir.
Demirci Mehmet Efe’nin yakalanması için Güney cephesi Komutanlığının 11 Aralık’ta başlattığı harekat içinde ilk teması 16 Aralık’ta Keçiborlu’nun 20 km. kadar Güneydoğusunda İğdecik Köyü’nde gerçekleşmiş, arazinin engebeli oluşundan yararlanan Mehmet Efe kaçmıştır. 18 Aralık’a süren takibatta Demirci’nin 800 adamından 700 kadarı yakalanmıştır. Araya sokulan aracılar vasıtasıyla ikna edilen Demirci Mehmet Efe 30 Aralık 1920’de teslim olmuştur. Daha önceki hizmetleri karşılığında hayatı bağışlanan Mehmet Efe köyünde sakin bir hayat sürdürerek 1959 yılına kadar yaşamıştır.[47]
Çerkez Ethem ve Kardeşlerinin Ayaklanması (27 Aralık 1920-23 Ocak 1921): Ethem Bey Bursa’da yerleşmiş olan, emlak ve arazi sahibi Ali Bey’in küçük oğludur. Ağabeylerinden biri Saruhan Milletvekili Reşit, diğeri ise Yüzbaşı Tevfik Beylerdir. Askerlik teskeresini başçavuş olarak aldıktan sonra Balkan Savaşları sırasında Çürüksulu Mahmut Paşa kolordusunda süvari subay vekili olarak görev yapmış, birkaç ay sonra da Bandırma’ya ailesinin yanına dönmüş, fiili askerlik hizmetini tamamlamıştır.[48]
İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali sonrasında kurulan yerel direnme örgütleri arasına katılan Çerkez Ethem bir kısım atlı kuvveti ile Salihli Cephesini kurmuştur. Daha sonra Kuvayı Seyyare adı verilen kuvvetleriyle özellikle Anzavur kuvvetlerinin dağıtılmasında, Düzce, Adapazarı ve Yozgat isyanlarının bastırılmasında önemli hizmetleri olmuştur. Ancak düzenli ordunun kurulması aşamasında kuvvetlerinin dağıtılmasını kabullenmeyerek, ağabeyleri Tevfik ve Reşit Beylerle birlikte Ankara Hükümetine karşı cephe alma noktasına gelmiştir.[49]
Batı Cephesi Komutanlığı sınırları içinde elde ettiği şöhret ile birlikte Ethem ve kardeşlerinin Büyük Millet Meclisi otoritesinin dışına çıkmak istemelerinde çeşitli etkenler rol oynamıştır. Bu etkenler şöyle sıralanabilir: Yozgat isyanını bastırması sırasında yargılamak istediği Ankara Valisi Yahya Galip’in bu şekilde usulsüz yargılanmasına Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’in engel olması; Büyük Millet Meclisi’nin 18 Eylül 1920 gün ve 42 sayılı kararla kurduğu İstiklal Mahkemelerini asker kaçaklarını yargılayacak tek makam olmasını kardeşleriyle birlikte reddetmesi; İçişleri Bakanlığına ait olan asker toplama yetkisini yasa dışı olarak kendi adamlarıyla yürütmek istemesi; Batı Cephesinin ikiye bölünmesine ve Güney Cephesi Komutanlığının Albay Refet’e verilmesine karşı çıkması; düzenli ordu fikrine şiddetle karşı durması; Başkomutanlık emir ve komuta yetkisinin sadece Büyük Millet Meclisine ait olduğunun 18 Kasım 1920’de ilan edilmesi; Ethem kuvvetlerini diğerlerinden ayırt etmek için verilen “Birinci Kuvayı Seyyare” adını küçümseme sayarak ısrarla “Umum Kuvayı Seyyare ve Kütahya Havalisi Komutanlığı” adını kullanmak istemesi; Büyük Millet Meclisince gelişigüzel er toplanmasının yasaklanması; Batı Cephesi Komutanlığının oluşturduğu “Simav ve Havalisi Komutanlığı”nın reddedilmesi ve Komutan Yarbay İbrahim Bey’in Yüzbaşı Tevfik (Ethem’in ağabeyi) tarafından geri gönderilmesi; Batı Cephesi Komutanlığınca birliklerdeki silah ve cephanenin denkleştirilmesi işini reddetmeleri.[50] Bunların yanı sıra, Ethem’in prestijinin en yüksek olduğu dönemde siyasal olarak da farklı bir yöne eğilmesi, bolşevizm akımından etkilenmesi Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile arasının açılmasında etkili olmuştur. Çerkez Ethem’in bu dönemde Sovyetlerin Ankara’da kendisini Mustafa Kemal’e yeğ tuttuklarına inandığı belirtilmektedir.[51]
Bütün bu gelişmeler kardeşleri ve bir grup yandaşı ile Çerkez Ethem’in tavrını kesinleştirmesine ve kendisini “Umum Kuvayı Seyyare ve Kütahya Bölgesi Komutanı” ilan etmesine yol açmıştır. Ankara Hükümeti başlangıçta uzlaşma girişimlerinde bulunduğu halde bundan bir sonuç alınamamıştır. Ethem bir yandan milli müfrezeleri kendisi ile işbirliği yaparak hükümete karşı tavır almaya, diğer yandan kıta subaylarını kurmaylar aleyhine kışkırtmaya çalışmıştır.[52]
Sonuçta Batı ve Güney Cephelerinden toplam 796 subay, 14 596 er, 8 750 tüfek, 63 ağır makineli tüfek, 32 top ve 4 111 hayvan sağlanarak Çerkez Ethem’in üzerine bir harekat düzenlenmiştir. Bu sırada Ethem kuvvetlerinin genel toplamı 4 650 insan, 2 otomatik tüfek, 6 ağır makineli tüfek ve 4 top şeklindedir.[53] Yapılan çarpışmalar sonunda Kütahya’dan Gediz’e çekilmek zorunda kalan Ethem, İnönü mevziindeki Yunan saldırılarını etkisiz hale getiren düzenli ordunun tekrar kendisine yönelmesi üzerine Yunanlılara sığınmıştır.[54]
Çerkez Ethem’in isyanı konusu çeşitli çevrelerce sürekli istismar edilmiştir. Bu çevrelerden gelen iddialar ağırlıklı olarak siyasal amaçlıdır. Bu nedenle de bilimsel olma kaygısı taşımamaktadır.[55]
Koçkiri Ayaklanması ( 6 Mart-17 Haziran 1921): Yaklaşık iki ay süren bu ayaklanma Sivas, Erzincan ve Tunceli yöresini etkisi altına almıştır. Merkezi Zara olmak üzere 10 kaza ve 135 köyü kapsayan bir bölgede yaşayan Koçkirililer; İbolar, Zazalar, Balular, Kerteliler ve Sarular isimli beş büyük kabileden oluşmaktaydı.[56] Aşiret reisleri arasında adı geçen Mehmet İzzet, Hasan Askerî, Kazım, Alişir Beylerin yanı sıra Kürt Teali ve Teavün Cemiyeti’nin İmranlı şube başkanı Haydar Bey bölgede egemen olarak yönetimi ellerinde bulundurma isteği ile ayaklanmaya öncülük eden isimlerdir.
Ayaklanma, bölgedeki 6. Süvari Alayı’nın bir grup asker kaçağını yakalamak isterken baskına uğramasıyla 6 Mart 1921’de başlamıştır. 8 Nisan’da aşiret başkanlarından Mehmet Naki, Alişir, İbrahim, Mustafa, Mahmut Mansur ve Seyithan imzalı bir telgraf Büyük Millet Meclisine gönderilir. Asiler bu telgrafla Koçkiri (Zara) ile Divriği, Refahiye, Kuruçay ve Kemah ilçelerinin seçkin bir vilayet haline konularak bir Kürt valinin başa geçirilmesini ve bunun yanına da bir Türk vali muavini vermek suretiyle bir idarenin kurulmasını, henüz önemli miktarda kan dökülmemişken sorunun halledilmesini istemişlerdir.[57]
11 Nisan’da ayaklanmayı bastırma harekatına başlayan Merkez Ordusu’nu zor bir görev beklemekteydi: Taarruzlar, ayaklanmanın düzenleyicileri ve kışkırtıcıları olan elebaşılara ve onlarla birlik olanlara karşı yöneltilecek, ilişkisi olmayan halkın gönlü alınacak ve hükümet tarafına geçmeleri sağlanacaktır. 22 Nisan’da harekatın birinci evresi sona erdiğinde asiler küçük gruplar halinde dağılarak Kuzey ve Kuzeydoğu yönünde kaçmışlardır. Bundan sonraki ikinci etapta geniş çaplı takip harekatı ile asilerin etkinliği iyice kırılmış, 17 Haziran’da asilerin elebaşılarından Haydar Bey’in kardeşi Alişan ve 32 asi ileri geleni ile 500’den fazla asi teslim olmuş, bunlar muhakeme edilmek üzere Sivas’a gönderilmişlerdir.[58]
Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa, bu tür olayların tekrarlanmaması için “Asi köylerini dağıtmak, bunları Anadolu’nun başka bölgelerine, Türklerin arasına serpiştirmek ..” tezini savununca Büyük Millet Meclisinde özellikle Doğulu milletvekilleri buna karşı çıkarak bir soruşturma kurulunu görevlendirmişlerdir. Bu gelişmeler karşısında Genelkurmay Başkanlığı Nurettin Paşa’yı görevinden almıştır.[59]
Pontus Harekatı: Pontus, Samsun-Trabzon çevresinde yaşayan Rumların kurduğu eski bir krallığın adıdır. Sadece M.Ö. 281’de bağımsız olmuş, bu da ancak 63 yıl sürmüştür. Bu tarihten sonra hep başka devletlerin egemenliği altında varlığını sürdüren Pontus Krallığına, Fatih Sultan Mehmet Tarbzon’u alarak son vermiş ve bundan sonra buradaki Rumlar diğer azınlıklar gibi Osmanlı Devletinde uzun yıllar huzur ve barış içinde yaşamaya devam etmişlerdir.
Yaklaşık 2 000 yıl sonra yeniden bağımsız bir Pontus ülkesini kurmak için ilk girişim 1904 yılında kurulan “Pontus Cemiyeti” ile yapılmıştır. Bu derneğin kuruluşunda Merzifon’da faaliyet gösteren Amerikan Kolejinin büyük katkıları olmuştur. Bu dernek tarafından bastırılan bir haritaya göre; Pontus Cumhuriyeti, merkezi Samsun olmak üzere, Batum’dan İnebolu’nun Batısına kadar olan Karadeniz kıyıları ile bugünkü Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ile kısmen de Erzincan vilayetini kapsamaktaydı.[60] Bu harita tek başına bile Yunan “Megalo İdeası” hakkında insanı hayrete düşürecek boyutlara sahiptir. Bölgede yaşayan Rum nüfusun Müslüman nüfusa oranının yaklaşık onda biri olduğu gerçeği kolayca göz ardı edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Yunanistan ve Rusya lehine casusluk faaliyetine girişen Karadenizli Rumlar Mütareke döneminde de siyasi ve fiili eylemlerle amaçlarına hizmet etmeye çalışmışlardır. Dernek başkanı Konstantinidis’in uluslararası alanda, Rumların zulme uğradığı yolundaki propagandalarla destek sağlama çabaları önemlidir. Oysa durum tam tersidir. Kurulan Rum çeteleri silahlanarak Müslümanlara karşı Samsun, Amasya ve Tokat çevresinde saldırmaya başlamışlardır.[61] Pontus konusunda Yunanistan’ın tavrı da ilginçtir. 30 Aralık 1918 günü Venizelos tarafından Barış Konferansına sunulan raporda şu istek yer almaktaydı: “Ermenistan eyaletleri ile Rus Ermenistanı, Milletler Cemiyetine bağlı büyük bir devletin mandası altına konulmak üzere bağımsız bir devlet haline getirilmelidir. Trabzon vilayeti de bu Ermeni devletine bağlanabilir. Böylece 350 000 kişilik kesif Rum topluluğu kendi sınırları içinde Türk idaresinden bundan böyle kurtulma imkanına kavuşmuş olacaktır.”[62] Ne yazık ki, İtilaf Devletleri bu çılgınca ve tehlikeli Pontus propagandasına set çekmek için hiçbir teşebbüste bulunmamışlardır.[63] Bu tarihlerde Anadolu’da kurulacak bir Ermenistan devleti içinde Rumların güvence altında yaşayabileceğine inanan Venizelos, aynı zamanda Yunan Ordusu subaylarından Albay D. Katenyotis’i görevlendirerek, durumu yerinde tespit etmek ve Pontus Rumlarını askeri birlikler halinde teşkilatlandırmak üzere bölgeye göndermiştir. Yunan Albayı daha çok Batum ve Tiflis’te faaliyet göstererek, Konstantinidis ve Trabzon Metropolidi Krisantos ile birlikte Pontus meselesine en çok hizmet eden üç kişiden biri olmuştur.[64]
Örgütlenen Rum çeteleri 1921 yılı sonuna kadar 1 641 Türk’ü yaralamış, 3 723 evi yakmış, 2 000 000 lira değerinde hayvanı almış, 2 000 000 altın lira nakit, bir çok mal ve eşyayı yağma ve tahrip etmişlerdir.[65] Bu durum karşısında ciddi tedbirlerin alınması zorunlu olmuştur. İlk önlem olarak Aralık 1920’de Merkez Ordusu oluşturulmaya başlanmış ve civardaki birlikler bu orduya bağlanmıştır. İdarî önlem olarak Rumlar üzerinde etkili olan Ortodoks din adamları sınır dışı edilmiş, bir bölümü istiklal mahkemelerinde yargılanmış,[66] Rum köyleri boşaltılarak burada yaşayan Rumlar Anadolu’nun iç bölgelerine yerleştirilmiştir.
Merkez Ordusunun yeterince güçlenmesiyle başlayan büyük çaplı temizlik harekatı 6 Şubat 1923’e kadar sürmüş, ayaklanmacıların bütün elebaşıları ve de yardımcıları yok edilmiştir. Ayaklanmacılardan bir kısmı da teslim olmak veya af dilemek suretiyle etkisiz hale getirilmiştir.[67]
Sonuç: Ağırlıklı olarak 1919 ile 1921 yılları arasında göze çarpan iç ayaklanmalar milli mücadelenin en sancılı bölümlerinden biri olmuştur. Çıkış sebepleri ne kadar çok çeşitli olursa olsun, bu hareketler en büyük zararı ulusal güçlerin birleşme sürecine vermişlerdir. İşgalci devletlerle baş etmek gibi hayati bir görevi üstlenen Büyük Millet Meclisi’nin aynı zamanda Anadolu’dan başlayarak tüm yurtta otorite ve etkinliğinin sağlanması önündeki engellerin önemli bir kısmını yine bu ayaklanmalar oluşturmuştur. Ayaklanmaların sayısının çokluğu içteki mücadelenin ne denli yaygın, sürekli ve tehlikeli olduğunu da ortaya koymaktadır. Ayaklanmaların yaşandığı bölgelerde kaydedilen felaketlere rağmen Türk halkının bu süreci olumlu bir şekilde tamamlaması elde edilen en önemli kazanç sayılmalıdır.
* Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Araştırma Görevlisi
[1] Mondros Mütarekesi her ne kadar bir ateşkes anlaşması şeklinde adlandırılsa da içerdiği hükümlere bakarak, gerçekte böyle tanımlanmasının pek mümkün olmayacağı açıktır. Ateşkes anlaşmaları normalde savaşan taraflar arasında barış görüşmelerinin başlayabilmesi için yapılan bir çeşit ön barış anlaşmalarıdır ve içerdiği hükümler de genellikle orduların ve silahların durumu ile ilgili olmaktadır. Oysa Mondros Mütarekesi, İtilaf Devletlerine Osmanlı Devleti’nin askerî, siyasî ve ekonomik alandaki egemenliğini kısıtlayıcı önemli haklar kazandırmaktadır ki, bu özellikleriyle adeta bir barış antlaşması göze çarpmaktadır.
Mütareke görüşmelerinin ayrıntıları ve anlaşmanın tam metni için bkz; Ali Türkgeldi, Mondros ve Mudanya Mütarekelerinin Tarihi, Ankara 1948.
[2] Mütareke Dönemi Kabineleri:
Ahmet İzzet Paşa 11 Ekim 1918 – 8 Kasım 1918 (25 gün)
Ahmet Tevfik Paşa 11 Kasım 1918 – 13 Ocak 1919 (2 ay 1 gün)
14 Ocak 1919 – 3 Mart 1919 (1 ay 20 gün)
Damat Ferit Paşa 4 Mart 1919 – 15/16 Mayıs 1919 (2 ay 13 gün)
19 Mayıs 1919 – 20 Temmuz 1919 (2 ay 2 gün)
21 Temmuz 1919 – 30 Eylül 1919 (2 ay 11 gün)
Ali Rıza Paşa 2 Ekim 1919 – 8 Mart 1920 (5 ay 3 gün)
Salih Hulusi Paşa 8 Mart 1920 – 2 Nisan 1920 (25 gün)
Damat Ferit Paşa 5 Nisan 1920 – 31 Temmuz 1920 (3 ay 25 gün)
31 Temmuz 1920 – 17 Ekim 1920 (2 ay 17 gün)
Ahmet Tevfik Paşa 21 Ekim 1920 – 4 Kasım 1922 (2 yıl 14 gün)
Kaynak: Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, 2. Cilt, İstanbul 1999, s. 61.
[3] Bu konuda ilginç bir örneği İsmet İnönü’nün hatıralarında görmek mümkündür. İnönü, isyan çıkan bir yöreye göndereceği bir binbaşıyı ayrıntılı bir şekilde aydınlatıp, ikaz eder: “Söylediğim yere vardığın zaman, müfrezen görünür görünmez, halk karşıdan görünecek, tekbir getirerek askerimiz geldi diye sizi karşılayacaklar. Bunları askerin içine sokmayacaksın. Askeri dışarıda tutacaksın. Kim gelirse gelsin, ne söylerse söylesinler inanmayacaksın. Davet edecekler gitmeyeceksin. Yorgunsunuz, argınsınız diye size ziyafet vermeye kalkacaklar. Seni, askerini, hepinizi alacaklar, evlere dağıtacaklar. Bu teklifi kabul etmeyeceksin. Sen orada isyan tertip etmek için, hareket etmek için hazırlananlar olduğunu söyleyeceksin, onları isteyeceksin, seni istikbal edenleri bunun için yardıma çağıracaksın. Eğer bunu yapabilirsen, ele geçirdiğin kimseleri oradan çıkarırsın, kimlermiş, nereden gelmişler tahkik edersin ve ona göre mahkemeye sevk edersin. Neticeyi böyle alırsın.” Buna rağmen göreve yolladığı binbaşının birkaç gün sonra süklüm püklüm geri döndüğünü aktaran İnönü, iç isyanların aldatıcı görüntüsü karşısında önlem alabilmenin zorluğuna dikkat çekerek, aynı millet fertlerinin birbirini aldatıp pusuya düşürmesinin son derece kolay bir şey olduğunu ve bütün iç isyanların en zayıf noktasının bu olduğunu vurgulamaktadır. İsmet İnönü, Hatıralar, 1. Kitap, Ankara 1985, s. 204.
[4] Türk İstiklal Harbi, VI. Cilt, İstiklal Harbinde Ayaklanmalar, T. C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmî Yayınları, Ankara 1974, s. 325-326.
[5]A.g.e., s. 41-42.
[6]Gnl. Kenan Esengin, Milli Mücadelede Hıyanet Yarışı, Ankara 1969, s. 42.
[7] İstanbul Hükümetinin Elazığ Valisi Ali Galip’e çektiği telgraf emri için bkz.; Mazhar Müfit Kansu, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, 1. Cilt, Ankara 1988, s. 266-268.
[8] Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 1. Kitap, Ankara 1991, s. 247.
[9] A. g. e., s. 247.
[10] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Vesikalar, Ankara 1991, s. 668, vesika no: 66.
[11] Milli kuvvetlerin baskısı sonucu İstanbul’a kaçmak zorunda kalacak olan Cemal Bey, Damat Ferit Hükümetinde kısa bir süre Dahiliye Nazırlığı görevinde bulunacaktır. H. Adnan Önelçin, Nutuk’un İçinden, İstanbul 1981, s. 36.
[12] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 54.
[13] a.g.e., s. 55-60.
[14] Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, İstanbul 1951, s. 153-156.
[15] Türk İstiklal Harbi, 6. Cilt, s.62.
[16] Esengin, s. 36.
[17] Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele, 2. Cilt, İstanbul 1992, s. 104.
[18] Türk İstiklal Harbi, 6. Cilt, s. 67-71. Anzavur Ayaklanmasını bastırmakla görevli komutanlardan Albay Kazım Özalp’in (daha sonra orgeneralliğe kadar yükselmiş, TBMM’de Meclis Başkanlığı ve Bakanlık görevlerinde bulunmuştur.) çarpıcı açıklamaları vardır: “Bu çarpışmada biz Halife kuvvetini maalesef Türk milletinin karşısında ve Yunanlıların yanı başında gördük. Anzavur Ahmet’in maiyeti o zaman “Halifenin askerleri” unvanı ile isimlendiriliyorlardı. Bu halifenin kuvvetleri Milli Mücadeleyi önlemek üzere toplanmış bulunuyorlardı. Her halde Halife ile Yunanlıları birbirine yaklaştıran sebep, tetkike değer bir faciadır.” Kazım Özalp, Milli Mücadele 1919-1922, 1. Cilt, Ankara 1988, s. 67.
[19] Sofuoğlu Adnan, Kuva-yı Milliye Döneminde Kuzeybatı Anadolu 1919-1921, Ankara 1994, s. 281-287.
[20] Türk İstiklal Harbi, 6. Cilt, s. 75. Bu konudaki görüşleri sarayın Başkatibi Ali Fuad Türkgeldi’nin hatıraları da doğrulamaktadır: “Ali Rıza ve Salih Paşalar zamanında her gün gazetelerde şaki Anzavur çetesi filan yerde şu cinayeti yaptı, filan yerde bunu yaptı diye yazarak Anzavur’un ika eylediği fecayıi ile kulaklarımız dolduğu halde, Ferid Paşa sadaretinde gelen ma’ruzât meyanında uhdesine mîr-i miranlık rütbesi tevcihi ile Karesi mutasarraflığına tayini hakkında bir kararname geldiğini görünce dayanamayıp esnây-ı takdimde “Böyle bir eşkiyayı ibadullahın başına taslit etmek revây-ı hak değildir efendim.” diyerek son bir cür’et gösterdim.” Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1987, s. 263.
[21] Bu bildirinin tam metni için bkz.; Uluğ İğdemir, Biga Ayaklanması ve Anzavur Olayları, Ankara 1989, s. 100-101.
[22] Türk İstiklal Harbi, II. Cilt, Batı Cephesi, 2. Kısım, T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları, Ankara 1965, s. 42.
[23] Taner Baytok, İngiliz Kaynaklarından Türk Kurtuluş Savaşı, Ankara 1970, s. 100-101.
[24] Şerafettin Turan, Türk Devrim Tarihi, 2. Kitap, Ankara 1992, s. 175.
[25] A.g.e., s. 175.
[26] Ali Fuat Paşa bu tarihte Sivas Kongresi kararıyla Batı Anadolu Umum Kuvayı Milliye Komutanlığı görevini yürütmektedir. Albay Refet ise Ali Fuat Paşa’nın yardımcılığını üstlenmiştir.
[27] Rahmi Apak, İstiklâl Savaşında Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Ankara 1990, s. 139.
[28] Türk İstiklâl Harbi, 6. Cilt, s. 112-113.
[29] A.g.e., s. 115.
[30] A.g.e., s. 117-119.
[31] Salâhi R. Sonyel, Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki Eylemleri, Ankara 1995, s. 69-70.
[32] Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953, s. 382.
[33] Anzavur, Batı Anadolu’nun Yunanlılarca işgal edilmesinden sonra da Bursa, Balıkesir, Çanakkale, Bandırma bölgelerinde etkinliklerde bulunmuş, Sakarya zaferinden sonra Köprülü Hamdi Bey’in adamları tarafından Biga’da öldürülmüştür.
[34] Türk İstiklal Harbi, 6. Cilt, s.129.
[35] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 142-153.
[36] A.g.e., s. 153-158.
[37] A.g.e., s. 158-161.
[38] Süreyya Hami Şehidoğlu, Milli Mücadelede Zile Ayaklanması, Ankara 1983, s.33.
[39] Orhan Duru, Amerikan Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları, İstanbul 2001, s.50.
[40] Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Ankara 1989, s.300.
[41] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s.179.
[42] Selahattin Tansel, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, 3. cilt, İstanbul 1991, s.142.
[43] Turan, 2. kitap, s. 178-179.
[44] Ergun Aybars, İstiklâl Mahkemeleri, Ankara 1975, s. 165.
[45] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s.202-203.
[46] Sabahattin Selek, Milli Mücadele (Ulusal Kurtuluş Savaşı), 2. cilt, İstanbul 1982, s.892.
[47] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 210-212.
[48] Çerkes Ethem, Anılarım, İstanbul 2000, s. 7.
[49] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 212-213.
[50] A.g.e., s. 214-222.
[51] Cemal Şener, Çerkez Ethem Olayı, İstanbul 2001, s.76.
[52] Selek, s. 952.
[53] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 236-237.
[54] Ethem’in ağabeyi Tevfik Bey’in Yunan kumandanı ile imzaladığı teslim tutanağında aşağıdaki hükümler yer almıştır:
1)Ethem, birlikleriyle Yunan kesimine girecek;
2)Silahlar teslim edilecek;
3)Yunan Hükümeti teslim olanların yiyeceklerini sağlayacak ve subayların maaşlarını ödeyecek;
4)Çerkezlerin özel kıyafetlerini giymelerine, kamalarını taşımalarına izin verilecek;
5)Teslim olanlara kötü davranılmayacak;
6)İsteyenlerin aileleri yanına dönmelerine izin verilecek;
7)Silahların tesliminde Ethem’in kurmay başkanı da hazır bulunacak.
Kaynak: Zeki Sarıhan, Çerkez Ethem’in İhaneti, İstanbul 1998, s. 87.
[55] Y. Küçük, C. Kutay, B. Bozgeyik, K. Mısıroğlu ve C. Şener gibi yazarlar etrafında bu konuda yapılan spekülasyonları yanıtlayan Özakman’ın araştırması bu konuda doyurucu bilgi vermektedir.
Turgut Özakman, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele (Yalanlar, Yanlışlar, Yutturmacalar), Ankara 1997, s. 473-505.
[56] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 260.
[57] A.g.e., s. 269.
[58] A.g.e., s. 281.
[59] Ebubekir Hazım Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, İstanbul 1982, s. 77-79.
[60] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 282-283.
[61] A.g.e., s. 285-287.
[62] Dimitri Kitsikis, Yunan Propagandası, İstanbul, s. 31-32.
[63] Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı ile İlgili İngiliz Belgeleri, Ankara 1991, s. 58.
[64] A.g.e., s. 285-287.
[65] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 289.
[66] Aybars, a.g.e., s. 33-34.
[67] Türk İstiklal Harbi, 6. cilt, s. 294.